Jack London’ın romanından yola çıkarak, televizyon dizileri yazdıktan sonra Yeşil Fener, Logan, Bıçak Sırtı 2049, Doğu Ekspresinde Cinayet gibi filmleri kaleme alan Michael Green senaryosunu yazmış, Lilo ve Stiç, Ejderhanı Nasıl Eğitirsin, Croodlar gibi çizgi filmlerin yönetmeni Chris Sanders, ilk kez CGI destekli gerçek oyuncularla bir filme girişmiş, gündelik hayatın içinde çok güzel manzaralar eşliğinde gayet hoş bir film, ama kaçma kovalamaca içeren olaylar ve doğanın sert koşullarına karşı hayatta kalma çabaları gereği, köpekleri, kurtları, ayıları kullanma zorunluluğu yüzünden nerdeyse çizgi film gibi göründüğü yerler oluyor doğrusu, gerçek oyuncularda bir kişi öne çıkıyor, Buck’ın yanında özüne ve doğaya dönebildiği için sevdiği Jack Thornton’da Harrison Ford ustalığın getirdiği rahatlıkla oynuyor, ama elbette bütün bu kaçış ve arayış macerası boyuncu kendisine eşlik eden bütün diğer oyuncular da başarılı, velhasıl CGI katkısıyla doğada geçen sürükleyici bir macera…
Burası Cennet Olmalı…
1996’da Bir Kayboluşun Güncesi’yle Venedik’te İlk Film ödülü, 2002’de Kutsal Direniş’le Cannes’da hem FIPRESCI Ödülü hem kendisine Özel Ödül kazanmış, 2009’da Duran Zaman filmini çekmiş Elya Süleyman, şimdi bir kez daha aynı türden, kendisinin ifadesiz bir suratla seyrettiği, ülkesinin absürt ve sürreel vaziyetleri dışında, Paris ve New York’ta aynı türden manzaralarla karşılaşıyor, sonunda “bize her yer Filistin” ya da başka bir taraftan daha doğru bir deyişle “Filistin aslında her yer gibi” sonuncu çıkıyor, kendi adıma komik bulduğum, en azından gülümsediğim ya da bir takım düşüncelere sürüklendiğim bir sinema değil bu, elbette sevenlerine bir şey diyemem, hatta bu filmine bizim TRT’de katkıda bulunmuş, bir Paris kafesinde uzun uzun etekli kadınların bacaklarını seyreden bir yönetmen onları nasıl ikna etmiş bilinmez, ama bana hitap etmiyor, hele öyle Charlie Chaplin’le, Buster Keaton’la, Jacques Tati’yle filan bu filmleri açıklamaya kalkmak tek kelimeyle ayıp oluyor, tamam ülkesini hep ciddiyetle anlatmak, dramla ya da belgeselle karşımıza geldiği gibi acı ve dehşet göstermek gerekmiyor, hatta tersine kahkaha da güçlü bir direnişin aracıdır, olmalıdır elbette, ama böyle filmlerle değil…