Aynı sandık kurulları tarafından sayılan sandıklarda, atılan dört oydan sadece biri geçersiz sayıldı. Bu durumun vicdanla, adaletle açıklanacak bir tarafı yok. Demokrasi tarihimizde kayda geçen bir başka rezalet karar. İktidarın parti içi çözülmeyi önlemek ve büyük ekonomik gücü olan bir alanı
kaybetmemek için yaptığı bir hamle. İptal sürecinde perde arkasında seçimi kazanmak için ne tür pazarlıklar yapıldı bilmemiz mümkün değil. En büyük şansımız ve şanssızlığımız olan stratejik konumumuzdan kaynaklanan potansiyel konusunda tavizler verildi mi? S-400 alımı dolayısıyla Rusya ile olan ittifaktan vazgeçme karşılığında bir destek alındı mı? Bilemeyiz.
Kötü giden ekonomiye bakmak gerek. Seçimin mali yükü ve psikolojik baskısına rağmen ekonomi mevcut durumunda devam eder ve daha da kötüye gitmezse çalınan minareye uygun bir kılıf bulunmuş olma ihtimali söz konusu demektir. Yani çantada keklik bir seçim olmayacağı kesin. Bu vicdanları yaralayan karara rağmen zor da olsa moral bozmamak ve daha fazla çalışıp YSK’nın yanlışını ve bu demokrasi ayıbını ortadan kaldırmak gerek.
Tıpkı şampiyonlar ligi yarı final maçlarında olduğu gibi, çoşkuyu ve inancı kaybetmeden yola devam etmek gerek. Barcelona’ya ilk maçta 3-0 gibi kesin bir skorla yenilen Liverpool, ikinci maçta en önemli iki oyuncusunun yokluğuna rağmen inancını ve çoşkusunu kaybetmemenin ödülünü 4-0’lık mutlak bir galibiyetle alarak gerçek bir başarıya imza attı. Bir de hakemin yanlış taç kararları sonrası oyuna devam etmek yerine hakem ile tartışmayı sürdürüp yenilen Beşiktaş örneği var. En doğrusu seçimi boykot etmek aslında. Ne var ki böyle bir karar alınmayacaksa, oyunun kuralları içerisinde gerekirse hakemi de yenerek kazanmak gerek!
Amerikan filmlerinde ve dizilerinde sıkça karşılaşılan bir sahne vardır. Adam uyuşturucu kaçakçılığı ya da kara para işinden dolayı hapse girer. Hapishanede ilk ziyaretine gelen devlet yetkilileri vergi dairesindendir. Çünkü devlet, adamın alacağı hapis cezasından ayrı olarak, usülsüz dahi olsa kazanılan paranın vergisini tahsil eder. Bu seçimin usülsüzlüğünden dolayı iptal kararı sonrası yapılacak yeni seçimin maliyetini kim ödeyecek? Maalesef halk! Halbuki bu paranın seçimin güvenliğinden sorumlu olan İçişleri Bakanlığı’ndan, YSK’dan, kaymakamlardan, valiliklerden alınması gerekmez miydi?
Hatayı yapan halk değil ki parasını da halk ödesin. Ancak ne bir para ödeyen, ne de görevinden alınan var. Hatta işin daha vahimi, bu usülsüzlüğe engel olamayan kadro ile seçime gidilecek! Hukukta yerel mahkeme yanlış bir karara imza atarsa bir üst mahkemeye başvurulur. Mevcut durum
hatalı ise bu durumun sorumlulusu madem ki ‘’seçimin patronu YSK’nın ta kendisidir. O halde seçimi güvenilir bir şekilde yaptıramadığından dolayı istifa etmeleri gerekmez mi? Görünen o ki bizim ileri demokrasimizde her türlü patron hatadan münezzeh! Gerçi ileri demokrasi tarihimizde ‘’400
milletvekilini verin bu iş huzur içinde çözülsün’’ vecizesi misali belediye başkanlığını verin bu iş çözülsün mantığı söz konusu. Anlayacağınız ülkemizde yine ‘’Demokrasi forever’’…
Yenilecek seçimde Kürt oyları taraf değiştirecek algısı yaratılmaya çalışılıyor. Bu söylem karşısında, George Clooney’in geçen yıl vizyona giren ‘’Sububricon’’ filmi aklıma geliyor. Film 50’li yıllarda Amerikan rüyasının yaşandığı, uzaktan bakıldığında masal gibi bir kasabada yaşayan beyaz bir ailenin yaşamına odaklanıyor. Uzaktan hoş gelen davul sesi misali idealize edilen aileye yakından baktıkça, hırs, entrika, aldatma, cinayet gibi kokuşmuşluk işareti olan her türlü dalavereyi görüyoruz. Ancak mahalleli her kriz anında mahalleye yeni taşınmış siyahi bir aileyi linç etmeye kalkıyor. Bizde de bu film misali usülsüzlük yapan yetkililerin cezalandırılmasının konuşulması gerekirken yine suçlu Kürtler oluyor.
Berlusconi son dönem İtalyan siyasetine damga vurmuş kendine has bir siyasetçi. O kadar magazinsel biri ki usta İtalyan yönetmen Sorrentino bile Berlusconi’nin hayatını anlatan ‘’Loro’’ filminde daha çok işin magazin boyutuna odaklanmış. Ancak Alan Friedman’ın biyografisini yazmak için Berlusconi ile yaptığı ropörtajlardan oluşan belgesel film ‘’My Way’’ biraz daha işin derinliğine inmeyi başarmış. Berlusconi belgeselde Friedman’ın Kaddafi ve Saddam ile ilgili sorularına samimi cevaplar vermiş. Bu iki konuda da muhatapları olan Sarkozy ve Bush ile ters düştüğünü anlatır ve bu ülkelere demokrasi getirmeye kalkmanın saçma olduğunu anlatır. Çünkü demokrasi dışarıdan ithal edilemez ve bu ülkeler sınırları cetvel ile çizilmiş, kabilelerden oluşan, yapısal olarak karışık devletlerdir, der. Bu devletler için acı da olsa ideal devlet yapısının mevcut durum olduğunu savunur ve fikrini açıkça ilan eder: ”Bu kadar çok insanın ölmesi ve hala bu bölgelerin istikrara kavuşmaması da sözlerimin doğruluğumu
kanıtlıyor”
‘’Zulüm 1453 de başladı’’ diyen aptallar vardı. Şimdilerde ise İstanbul’un muhalif partinin eline geçmesini neredeyse işgal gibi gören öngörüsüz cahiller peydah oldu. İnsanın zoruna da gitse ülkemiz demokrasisinin Berlusconi’nin ‘’Onların neyine demokrasi’’ dediği ülkeler misali bir sona doğru
gittiğini görmek çok üzücü. İşte bu rezilliği oluşturanları da kurtarmak adına bu seçim büyük önem taşıyor…