Bu filmin tanıtımları başladığında korktuk biraz, yine kalabalık oyuncular, ölümün çözümü filan, saçma sapan olabilir dedik, ama neyse ki diyecek hiçbir şey yok, harika bir film bir kere, bütün oyuncular, küçük de olsa büyük de, rolünün hakkını veriyor, ama tabii bazıları daha önemli, bir kere adı yeni anılmaya başlayan Ana De Armas, bu Kübalı oyuncu Yanlış Kapı filmiyle yanlış bir giriş yapmıştı Hollywood’a, ama neyse ki iyi yapımlarda küçük rollerin ardından bu filmle yıldızını parlattı artık, ölen yazarın asistanı rolünde önemli bir işlev yerine getiriyor zaten, Daniel Craig ise, yakında Ölmeye Vakit Yok’la karşımıza gelecek olan James Bond eskisi kendisi, birçok filmi unutuluyor tabii onunla anılınca, o da ölümün nasıl olduğunu araştıran dedektif rolünde, bu arada Ana De Armas da var Ölmeye Vakit Yok’ta, ilginç bir denklik bu da, gerisi malum oyuncular, Chris Evans, Jamie Lee Curtis, Christopher Plummer, Toni Collette, Michael Shannon, Don Johnson gibi hepsinin ismi bir başka filmin ismini akla getirebilecek ünlüler, ama asıl önemlisi onları bir araya getiren senarist ve yönetmen Rian Johnson, malum Tetikçiler’le çıkış yapmış, ardından Star Wars’un Son Jedi macerasını çekmişti, bu filmde ise, hikayeyi bir tür Agatha Christie gibi yazmış, bol bol ileri-geri dönüşler ve hikayeye dair duraklar var, tıpkı onun ustalığı gibi zeka oyunları içeren bir senaryo bu, ama ayrıca yönetmenliği de çok akıcı ve işlevsel gerçekleştirmiş, aklınızı okşayarak akıp gidiyor film, ki bu çok zor başarılabilir bir şeydir bu tür filmlerde, iyi oyunculardan iyi oyunlar alınan iyi bir film…
Derin Sular
Açıkçası hala okyanusun en dibinde neler var tam olarak bilmiyoruz, işte bu filmde bunun üzerine kurulu, tabii bunu bir gerilim ve korku filmi havasında anlatıyor, öyle ya her şey olabilir orada, ki filmdeki insanlar kazdıkça kazmışlar okyanusun altını, ne beklersiniz ki zaten, elbette o kadar derine davetsiz misafir olarak gelenleri yok etmeye çalışan yaratıklar çıkıyor, bu filmin yönetmeni William Eubank, daha önce kötü filmlerde görüntü yönetmenliği yapmış, 2011’de uzay hikayesi Love’ı, 2014’de uzay ve dünya hikayesi Sinyal’i çekmiş, ikisi de biraz karmaşık ve gizemli olduğu için pek beğenilmemiş, ama ilk kez sualtına indiği bu filmle fena bulunmadı, elbette özellikle bazı bölümlerinin çok karanlık oluşuyla boğuluyor zaman zaman seyirci, hele aşağıdaki o karışık yapılar iyice bezdiriyor bir süre sonra, ama kendinizi kaptırır da seyredelim bakalım derseniz, en azından idare ediyor, oyuncu kadrosu ise gayet iyi, özellikle Alacakaranlık serisinden tanınan ve arada da Seberg felaketi atlatan Kristen Stewart, birçok filmde harikalar yaratan Fransız yıldız Vincent Cassel ve Game of Thrones’un ardından Defenders’la ve en son Iron Fist’le televizyon yıldızı olarak tanınan Jessica Henwick…
Bacurau
Küçük bir Brezilya köyü ve bir grup Amerikalı katil, çok özgün ve çok katmanlı bir film, önce gizem filmi gibi başlıyor, sonra bilim-kurgu, sonra gerilim, sonra da western oluyor sanki, ama bunların hepsi ve hiçbiri, farklı bir bütün oluyor, macera ve mizah el ele vermiş, başrolde Barbara Colen ve Thomas Aquino iyiler, ama aslolarak iki eski yıldız var kadroda, Sonia Braga, ki kendisini Örümcek Kadının Öpücüğü filmiyle tanıdık, çok yaşlanmış doğrusu, ve tabii Alman oyuncu Udo Kier, o daha da yaşlanmış, ama gayet sağlıklı, ikisi karşılıklı döktürüyorlar bir sahnede, gerçekten keyifliydi, bütün film öyle zaten…
Resmi Sırlar
Gavin Hood, Güney Afrikalı, 1990’da oyunculukla başlamış sinemaya, 1998’de başladığı yönetmenlikte ilk çıkışı 2006’da yabancı film Oscar’ı kazanan Tsotsi olmuş, sonra Yargısız İnfaz (Rendition), X-Men Başlangıç: Wolverine, en son 2015’te Ölüm Emri’ni (Eye in the Sky) yönetmiş, bu filmde de, İngiliz istihbaratı için çevirmen olarak çalışan bir kadının, savaş çıkartmak için yönlendirme yapıldığına dair devlet yazışmalarını gizlice basına verme çabası üzerine tutuklanmasının ardından yaşananları anlatıyor, gerçek bir hikaye bu, belki de bu nedenle son derece soğukkanlı, ama tabii ki taraflı bakmış olaylara Hood, sade ve etkili bir anlatım yakalamış, elbette bu noktada başrol oyuncusu Keira Knightly’nin film için önemi ortaya çıkıyor, neyse ki o da filme gerçekten asılmış, çok detaylı ve etkili oynamış, önce korkarak, sonra cesaretle hükümetin rolünü ortaya çıkarmaya çalışan, her daim dimdik durmayı başaran kadını çok iyi canlandırmış, film eylemden çok eylem sonrası kadına çektirilen acıyla ilgileniyor, bu acının nedenleri ve nasılları üzerinde duruyor, ki gerçekten çok çarpıcı gerçekler bunlar…
Judy
Rupert Gold, tiyatro kökenli bir yönetmen, 2015’te ilk filmi Gerçek Hikaye’yi (True Story) çekmiş, Judy de ikinci filmi zaten, asıl ilgi çeken ise Judy Garland’ı canlandıran başrol oyuncusunun nasıl olduğu tabii, mesela kimse Kristen Stewart’ın başına geldiği gibi yeni bir Seberg felaketi yaşamak istemiyor, ama Renee Zellweger bu beklentilerin altından çok sağlam biçimde kalkmış, yıllar içinde çok şey yaşadı, kilo aldı, kilo verdi, yaşlandı, botoks yaptırdı, yüzü bozuldu, Bridget Jones’tan bu yana köprünün altından çok sular aktı, Chicago onun devleştiği ikinci film oldu, Soğuk Dağ ile yardımcı kadın oyuncu dalında Oscar, Altın Küre ve BAFTA’yı kazandı, ama sonra öyle bir filmler çıkmadı oyuncuya, buna da Oscar’ın laneti diyenler vardır herhalde, gerçi Judy’de açıkça görülüyor ki çok değişmiş, yıllar fena geçmiş yüzünden, ama oyunculuğuna gelince sonuç muhteşem, hem görünümü hem hissedişiyle dört dörtlük canlandırıyor Judy’yi, kaldı ki Altın Küre’yi de kazandı zaten, bakalım Oscar’da ne olacak…