Bu hafta da nefis ‘iş’ler yaptım. Kadınlarla yarıştım, kendime göre kazandım da, bir yandan ‘kitap okuyun’ dedim, öte yandan tek kitap dayattım, asıl gerici kendim olduğum halde beni eleştirenleri ‘gerici’ diye tavsif ettim (nitelendirdim; yn), ‘özgürlükleri biz getiririz’ demek suretiyle beni özgürlükler açısından, mesela, muhalifleri bölücü hain diye suçlayarak içeri tıkma açısından eleştirenleri perişan ettim, işsiz gençlerin kahve köşelerine tıkıştırılmaları layihamı (proje, tasarım; yn) kitap okumak için oraya gidiyorlar diye beyan etme noktasında haklı çıkardım, fiyat artışlarıyla tekme tokat mücadele ile fevkalade muvaffakiyet hasıl ettim, kim bilir kaç kilo soğan tutuklattım, daha bir sürü icraatım oldu. Daha ne yapayım be! Bir ölümsüz için bu kadarı bile fazla ya, neyse… İşte, alayı hazır. Ben de, sıbyanlığımdan mı kalma ne, biraz şeyim galiba, neydi, mazo-
“AİHM bağlamazsa Demirtaş’ın bağlaması var!” demez mi İsmail, ben oturur oturmaz, kan birden yani, neydi, kafama doğru…
“Teröristleri korumak suretiyle sulh ceza-” diyecek oldum, Selen lafı ağzıma tıkıverdi:
“Herkese terörist diyorsunuz da, ortada iddianame yok kaç yıldır. O zaman da, insanlar tutuklananları rehine olarak düşünüyor. Osman Kavala hakkındaki suçlamanın ne olduğunu avukatları bile göremiyor, gizliymiş! Ya Cumartesi Anneleri, onlar için suçlama bile yok, sadece cop, gaz, basınçlı su var! Derdini, tepkisi dile getirmek isteyenlerin tamamına aynı uygulama! Bu sulh ceza muhabbetleri var ya, böylesi tehditlerin de etkisi giderek azalıyor, ülke, harekete geçiyor, farkında bile değilsiniz!”
“Konkordato yatırım falan demek galiba. Konkordatolar çoğaldıkça, büyüme artıyor sanırım, yetkililer öyle konuşuyor çünkü. Büyüme artıyor, krizden çıkıyoruz,” dedi Münasebetsiz Hasan Efendi, Hakan’ın “Krizden hangi gün çıkmıştık, bilen var mı?” sorusunu duymazdan geldi, ekledi: “İşsizlik, çaresizlik arttıkça bireysel şiddet tırmanıyor. Eskiden üçüncü sayfa haberi olan silahla işlenen suçlar, artık birinci sayfa ve bütün sayfalara sığmıyor. Örgütsüz bırakılmış olan toplum, çareyi bireysel şiddette aradığının farkında bile değil. Devletleştirilmiş medya tek ses çıkarıyor diye koca bir toplum o sese inanacak değil ya, akşam eve ekmek götürüp götürmediğine bakıyor insanlar, çocuğuna pantolon alıp alamadığına. Kursa, yuvaya gönderdiği çocuğunun ırzına geçilip geçilmediğine. Ben, toplumu bilerek örgütsüz bırakmış olanları unutmayalım diyorum!”
“Bir tek soğan hiç, örgütlenmiş soğan her şeydir!” diye başladı İsmail ve tezini açıklamaya girişti: “Soğan kaçmadı, saklanmadı. Yiğitçe direndi. Fiyatların artacağı günü bekliyor, o zaman kahramanca savaşacak! Ulan, bir ürünün fiyatı, o ürünün arzı düşük talebi yüksekse artar be! Bu her dönem böyle oldu. Tekme tokat ürün fiyatı düşürüldüğü nerede görülmüş? Üretimi fazlaysa bir ürünün, istemesen de fiyatı düşer kendiliğinden. Zorla yüksek tutamazsın. Bunları, kim kime nasıl anlatacak? Devlet medyasının hali ortada. Ortada ama, gerçekler daha da ortada. Daha gerçeği kafasına göre değiştirebilen çıkmadı, örgütlü kitle davranışları dışında…” Doktor Özgür, başını Ercan Kesal’ın “Kendi Işığında Yanan Adam: Tanıdığım Metin Erksan” kitabından kaldırdı, “Kesinlikle,” dedi.
Sıra Bugay’daydı: “Toplumları, örgütlenmiş halleri değiştirir. Başka hiçbir güç, isterse en azılı tefeci-bezirgan-harami özentisi olsun, bunu yapamaz. Faşizmi getirir belki, ama dünyayı, toplumu değiştiremez. Dünyayı, toplumu, aslında; hem dünyayı hem toplumlarını fiilen değiştirmiş, değiştirmekte olanlar değiştirirler, değişimi insancıl hale getirerek. Yoksa, yaşam, tarih; barbarlıklar kronolojisi olurdu. Olmadığına göre, barbarlığa son vermek olası. Bu da, değişimin tarihini, önceden yazmakla, yazmaya çalışmakla gerçekleşebilir…”