Yazar ve aynı zamanda tarihçi bir kimliğe sahip olan Elif Akpolat’ın tarihçi kimliğinin kaleme aldığı kitabına yansımaları neler oldu? Elif Akpolat Issızlığın Ötesi isimli kitabında okuyucuya ne mesaj vermek istedi? İşte Elif Akpolat ile yaptığımız keyifli röportaj…
1) Yazar kimliğiniz bir yana aslında tarihçisiniz. Kitabınıza da tarihin romanlaştırılması diyebilir miyiz?
Evet. Kesinlikle böyle ifade edebiliriz. Kitap yazma fikri tamamen bu düşünceyle ortaya çıktı. Edebiyat ile Tarih çok birbiriyle ilişkili iki disiplin. Ben de tabi bu iki disiplinle çok ilgiliyim. Edebiyat yazarın yaratıcılığını, hayal gücünü, duygularını dile getirmesine olanak sağladığı gibi okuyucuyla duygusal bir bağ kurulmasını da sağlıyor. Ben tarihi gerçekliklerden bahsederken edebiyatın bana yarattığı hareket alanından yararlanmak istedim.
2) Bir tarihçi gibi de yazabilirdiniz neden yazmadınız?
Evet yazabilirdim. Bir tarihçi gibi yazmamamda etkili olan şey aynı zamanda sahip olduğum ‘öğretmen’ kimliğim. Ben aynı zamanda 16 yıldır lisede Tarih öğretmeni olarak görev yapmaktayım. Sınıflarda gençler üzerinde gözlemlediğim beni oldukça üzen ve kaygılandıran gözlemlerim oldu. Bir kere öğrenci özelinde konuşuyorum ancak toplumun genel hastalığı ‘ bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak’ maalesef. Gençlerde bunu görmek çok daha kaygı verici. Bunu anlayışı aşabilmelerini sağlamak kendilerini geliştirmeleri için doğrudan Tarih kitaplarına yönlendirdiğimde öğrencilerin bu kitapları okumadıklarını gördüm. Nedenini sorduğumda sıkıldıklarını söylüyorlardı. Belli bir alanda yazılmış, akademik dilin hakim olduğu kitapların gençlerde çok karşılığı yok maalesef. Deveye hendek atlatmak kadar zor açıkçası. Ancak roman ve tarihi romanları severek okuyorlar. Ben de onlar için bilgiye ulaşmada köprü görevi görebilecek bir kitap yazmak istedim. Hem roman keyfini alabilsinler, hem de ipuçlarını yakaladıkları bilgilerin peşine düşüp okumaya, araştırmaya yönelsinler istedim. Ve mutlulukla ifade ediyorum, sanırım bunu başardım. Zira çok güzel dönüşler aldım. Okudukları satırları araştırmaya yönelen bir çok okuyucu olmuş.
3) Kitapta Türkiye’nin yakın tarihinin karanlık günleri bir süzgeçten geçiyor ama aslında Issızlığın Ötesi okuyucuya ne anlatmak istiyor?
Bu kitap kesinlikle bir şeyleri anlatma ve gösterme hassasiyeti taşıyan bir kitap. Çok okuyucunun gözüne sokmadan bazı şeyleri sezebilmesi benim en temel amacımdı diyebilirim. Kitabı yazmaya başlamadan önce bu kitapla neyi anlatmak istiyorum diye çokça düşündüm. Temel duygu şuydu. Bu topraklar üzerindeki ‘ ötekileştirdiğimiz, az ve azınlık olarak gördüğümüz’ toplumlara uygulanan muameleler ve özellikle bunun nedenlerinin irdelenmesini sağlamak.
Çok farklı kültürleri, çok farklı yüzyılları ele aldım ki şu görülsün istedim. Yani okuyucu bir üst bakış edinsin. Mağdur her çağda değişebiliyor. Dün Nasturiler, Rumlar, bugün Aleviler..vs farketmez. Egemen güç karşında kim az ve azınlıksa, günlük siyaset emperyalist bir politikaya alet edilecekse bir günah keçisi seçiliyor. Dediğim gibi günah keçileri değişebiliyor ve oyun aynı oyun. Benim kitabım oyunu bozar mı? Sanmam. Ama oyunun fark edilmesi önemli bir adım diyebilirim..
4) Siz yazarken hüzne boğuldunuz? Nasıl hissettiniz?
Tabii ki çok hüzünlendim. Hatta bazı satırları yazarken gözyaşlarımı tutamadığım anlar da oldu diyebilirim.Örneklemem gerekirse Maraş Olaylarına değindiğim satırlar, Ali Haydar’ın evine ailesine kavuşmaya çalıştığı anları yazmak benim için kolay olmadı.
5) Kitabın içinde Alevilik felsefesinden de bahsediyorsunuz ama fazla da değinmemişsiniz. Nedeni nedir?
Aslında daha detaylı değinmiştim, ayrıntılarıyla ancak romanın iç dengesinin bozulduğunu, çok didaktik satırlarla kitabın kurgusundan uzaklaştığımı görünce o bölümü sadeleştirdim. Ben Alevilik ( Kızılbaşlık) meselesinde toplumun- Alevi toplumunun dahi- kafasının çok karışık olduğunu söyleyebilirim. Kendi kültürlerinden, köklerinden sistematik olarak koparıldıklarını üzülerek görüyorum. Benim satırlarım okuyucu için bir başlangıç olsun. Benim satırlarımın ardına takılarak öğrenmeye, araştırmaya, anlamaya çabalasınlar istiyorum. Kitap içerisinde farklı bölümlerde Aleviliğin felsefi boyutunu, inanışın toplum algısından, algının yarattığı toplumsal olaylardan ve sonuçlarından bahsetmeye çalıştım romanın el verdiği ölçüde.Şunu da belirtmek isterim. Okuyup geri dönenlerden Kızılbaşlıkla ilgili hiçbir şey bilmiyormuşum. Fark ettim. Bana okumak için kitap önerir misin diyenler oldukça fazla. Bu da benim için çok umut ve mutluluk verici.
6) Hala çok sınırlarda bir konu olan Alevilik ve Kızılbaşlığı anlatırken çekinceniz oldu mu?
Hayır olmadı. Aksine insanlar okuyup, sorgulayıp,tartışsınlar istiyorum. Alevilik – Kızlbaşlık- meselesine yeterince kafa yorulmuyor. Alevi toplumunun, beslendiği pınarlar kirletiliyor, sahip olduğu değerler yok sayılıyor. Bu inancın felsefi boyutunun giderek yadsınır hale gelişi, Alevi toplumun kendi değerlerine yabancılaşan bir topluma dönüşmesini görmek oldukça üzücü benim açımdan. Özellikle yazdıklarımı okuyan Alevi toplumun fertleri; bu yazılanların bizim inancımızla ne ilgisi var diyecekler. Ama benim için bu sorgulama sürecini başlatmak aslolan.
7) Kitaptaki olaylara bakınca bazı anlar var ki kurgudan çok gerçekten yaşanmış gibi hiç yaşadığınız veya ailenizin yaşadığı bir olay var mı?
Evet var. Benim bire bir yaşadığım bir olay var. Romanda sol eliyle yemek yediği için azarlanan çocuk benim aslında. Benim başıma böyle tatsız bir olay gelmişti. Ayrıca Haşmet ve öğretmeni arasındaki ilişki benim çokça gözlemlediğim ilişki şekliydi. Hatta kitabı bitirince beni telefonla arayarak ‘orada anlattığın öğretmen benim’ deyip öz eleştiri yapan meslektaşım oldu.
8) Baş karakterlerden Bedirhan’dan bahsetmeden olmaz. Kötü karakter mi, iyi karakter mi, üst karakter mi? Kimdir aslında Bedirhan? Bir de onu sizden dinleyelim?
Bedirhan bir üst karakter romanda. Büyüdüğü coğrafyanın, feodal yapının, kültürün, toplumsal bilinçaltının dayattığı tüm unsurları yok sayıp insanlığın ortak ve evrensel değerlerine hizmet edinmeyi amaç edinmiş biri.
9) Kitabınızı okuyanlardan ilk tepkiler ne oldu? Nasıl tepkiler aldınız?
Kitabım çok yeni aslında. 2 Temmuz 2020’de çıktı. 93 yılında Sivas Olaylarında katledilen 33 kişiye ithaf etmek istedim. Ancak bu tarih pandemiye denk geldi. Ne kitabın tanıtımını yapabildik, ne de söyleşilere, fuarlara katılabildik. Bu kısıtlı şartlarda özellikle sosyal medya sayesinde okuyucuyla buluştu kitap. Çok güzel geri dönüşler alıyorum. Ortak yorumlardan biri ‘ hiç ilk roman gibi değil’ deniyor. Bu benim için kıvanç kaynağı kuşkusuz.
10) Keşke şunu da yazsaydım dediğiniz bir olay aklınızda kaldı mı?
Bu kitap için aklımda kalan bir şey yok. Çünkü çok sık eledim, kafa yordum içerikle ilgili. Anlatacağım o kadar şey var ki ama onları diğer yazacağım kitaplara saklıyorum.
11) Bir tarihçi ve aynı anda bir yazar olarak ülkemizdeki ‘’ayrıştırma/ötekileştirme problemine’’ değiniyorsunuz ama sizce en büyük sorunumuz ne?
Bence en büyük problemimiz yaşadığımız coğrafyanın gerçeklerine, çeşitliliğine sırtımızı dönmemiz. Bu ülkede pek çok sorunun önündeki engel bu ülkenin sahip olduğu jeopolitik konumdan ötürü önümüze çıkıyor. Bu ülke üzerindeki emperyalist emeller bu ülkenin iki adım gidip bir adım gerilemesine neden oluyor. Yaşanan sosyal olaylar, siyasi gelişmeler, ekonomik programlar, darbeler, eğitim politikaları… vs pek çok şeyin yaşanma ve şekillenme nedeni bu maalesef. Tam bağımsız, çağdaş, laik, eğitimli bir toplum oluşturabilmek için mücadele etmemiz gerekiyor. Eğer bunu başarabilirsek barışı bu ülkeye hakim kılabiliriz. Çeşitliliğimizi bir zenginlik olarak görebiliriz. Bunu yapamazsak işte kültürel çeşitlilik ancak yumuşak karnımız olur, tüm emperyal politikalara malzeme olmaktan öteye gidemeyiz.
12) Sizi bir yazar olarak en çok ne besliyor?
Beni okumak, seyahatler ve gözlemlerim besliyor diyebilirim. Okumak oldum olası benim için bir tutkuydu. Merak duygusunu beslemek için kendimi bildim bileli büyük bir açlıkla okurdum. Ancak yaptığım gezilerin katkısını yadsıyamam. Özellikle çok iyi gözlemci olduğumu söyleyebilirim. Mesela halı çırpan bir kadını dahi dakikalarca izleyebilirim, uçan bir kuşu…vs
13) Hangi yazarları şiddetle tavsiye edersiniz?
O kadar çok ki ne söylesem eksik kalacak sanırım. Tavsiye işi biraz okuyucunun doğasını bilince anlamlı oluyor sanırım. Ben dönem kitaplarını çok severim. O yüzden Vedat Türkali’nin yeri başkadır bende. Ancak Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Oya Baydar, Burhan Sönmez, Nedim Gürsel….vs pek çok yazar var. Bilinç akışı tekniğiyle yazılmış kitapları severim. Virginia Woolf’un eserlerini bu alanda çok başarılı bulurum. Umberto Eco, Amin Maalouf’un eserlerini bir tarihçi olarak okurken çok keyif alırım. Ve tabi bilim kurgu klasiklerini ve distopik kitapların kütüphanemde ayrı bir yeri vardır.
14) Peki, ilk kitabınız. Belli bir yazı yazma ritüeliniz var mı? Mesela sadece sabahları mı yazarsınız, ‘’kırmızı kalemim olmadan yazamam’’ dediğiniz bir takıntınız var mı?
Sabahın ilk saatleri benim için en verimli geçen zaman dilimi aslında. O saatlerde yazmaya gayret ediyorum. Kahve mutlaka yazılarıma eşlik eder.
15) Son olarak okuyucularımıza söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Evet. Yaklaşık bir yılı aşkındır, Covid 19 salgını ile uğraşıyoruz maalesef. Bu salgın dönemi aslında tüm insanların şapkalarını çıkarıp, sorgulama yapması için çok önemli bir fırsat olduğu kanaatindeyim. Yoksa dünya çok daha büyük felaketlere sürüklenecek çok yakın bir zamanda. Yani aslında normal şartlarda bir araya gelmesi çok mümkün olmayan organizmaların birbiriyle etkileşime geçerek bu salgının başladığı biliniyor. Bunun temel nedeni de ormansızlaşma maalesef. Tabi hızlı nüfus artışı, kaynakların azalması, carbon salınımının artması ,sera gazı etkisi, iklimsel değişiklikler, ekosistemde yaşanan değişimleri de sıralayabiliriz. Bu noktada edebiyat dünyasına da büyük görevler düşmekte. Başta bireysel farkındalığın oluşmasında. Toplumun bilinçlenmesi, insan merkezci (antroposenik), insanı kutsayan, insanla doğayı ayrıştıran anlayışın terk edilip, doğa merkezci anlayışa tekrar bir dönüş için yazınsal eserlerin artması en büyük temennim. Ayrıca beni yalnız bırakmayan değerli okurlarıma çok teşekkür ediyorum. Türkiye’nin politik ve kültürel mizahında mihenk taşı olan Leman Dergisine ve özelinde size bu güzel ve keyifli röportaj için teşekkür ederim.
Leman okurlarına da sevgi ve selamlarımı iletiyorum.