Tiyatro efsanesi Yılmaz Gruda tam 70’inci sanat yılını kutluyor. Bunca sene sonunda üzerinde yorgunluktan iz bile yok. İlk günkü heyecanla yepyeni bir oyunla sahneye ‘Gülmek İçin Geldik Dünyaya’ adlı oyunuyla çıkacak olan sanatçı, tüm Türkiye’yi gezme hazırlığında… Bununla kalsa iyi. O kadar enerjik ki liseli öğrencilere sahne sanatları dersleri de veriyor.
Dile kolay… Türk tiyatrosunun efsane ismi Yılmaz Gruda tam 70 yıldır sahnelerde… Kendisine röportaj talebimizi ilettiğimizde sağ olsun ikiletmedi, hemen randevu verdi. Ve bizi röportaj için Kağıthane Açı Koleji’ne çağırdı. İlk önce anlam veremedik. İşin aslını orada anladık. Sanatta 70’inci yılını kutlayan duayen, meğerse bu yaşta sahne sanatları dersleri de veriyor, enerjisini gençlerden alıyormuş. Açı Kolejlerinin yöneticisi İlhan Şahin’le çok güzel bir işe imza atmışlar. 70 yıllık sanat hayatını, yeni oyunu ‘Gülmek İçin Geldik Dünyaya’yı konuşmak için gittik, kendimizi aynı zamanda ufuk açan bir eğitim sohbetinin içinde bulduk.
Dile kolay 70’inci sanat yılınız. Bunca senenin ardından asıl önemli olan nedir sizce?
Bir tiyatrocu olarak her şeyden önce ve her zaman oyunumun mutluluğa katkısını düşünürüm. Ömrüm yettiğince öyle düşüneceğim. Ve diğer önemli konu bunu ‘’nasıl’’ yapacağımdır. Ne yapacağımı biliyorum ama nasıl yapacağım bence çok önemli. Binlerce aşk romanı var. Ahmet, Ayşe’yi seviyor. Eee, seviyor işte ne olmuş? Bunu her zaman biliyoruz ve okuyoruz. Ama nasıl seviyor, nasıl anlatılıyor o sevgi, o roman, o tiyatro oyunu, o aşk? Hayat boyunca ‘’nasıl’’ yapılacağının sorusunun cevabını aradım. ‘Ben nasıl oynarım bunu’ ve ‘izleyici beni neden seyretsin’ sorularının cevaplarını aradım.
Öyleyse yeni oyununuzda nasıl vereceksiniz konuyu?
Bizim dünyada görülmemiş bir geleneksel tiyatromuz var. Şimdilerde Brecht oyunları meşhur. O tiyatro mesela seni uyandırır. ‘’Yaa, bak dünyada şunlar oluyor’’ diye izleyiciye dokunur. Halbuki Türkiye de akıl almaz güzellikte bir geleneksel tiyatro var. Bu güzellikleri pek kullanmıyoruz. Amaçlarımdan biri bu geleneksel güzelliği sahnede yansıtabilmek. Seneler önce kabare tiyatrosu yapıyorduk ama orta oyunuyla marine ediyorduk. Bu yeni oyunda Türk Tiyatrosu’nda geçmişten günümüze tüm unsurları ortaya koyacağız.
‘OYUN TOPLUMUN BAZI ZAAFLARINI DA ORTAYA KOYACAK’
Yani meddahlardan girip stand-upçılardan mı çıkıyoruz?
Ayakta değil oturarak stand-up. İki kişi oynuyoruz. Tiyatro tarihimizin başından itibaren, meddah, Karagöz-Hacivat, kadın kılığındaki erkek oyuncuyla yani zenneyle diğer erkeğin atışması, orta oyunu varyasyonları, dramalar… Mesela dramalar Ermeni sanatçılar ile başladı. 10 perde boyunca ‘’yaporum, ederom, gidorom’’ diyerek. Ve tabii ki temelde güldürmek, mutlu etmek istiyoruz. Ve toplumun bazı zaaflarını da ortaya koyan bir oyun olacak.
Dile kolay sahnede 70 seneyi tamamladınız. Ama bu arada hala öğrencilerle de iç içe olduğunuzu, ders verdiğinizi öğrenmiş olduk. Bu kadar enerjiyi nereden buluyorsunuz?
Bu dersler benim enerjimi almıyorlar ki aksine ben enerjimi bu gençlerden alıyorum. Benim için büyük bir şans oldu açıkçası, bu vesileyle İlhan Bey’e de teşekkür ediyorum. İlhan Bey’in okullarında drama dersi veriyordum. Sonrasında bu oyun için sahneye ihtiyacımız oldu. İlhan Bey sağ olsun bize bu olanağı da sağladı.
İlhan Bey biraz da sizden dinleyelim Yılmaz Gruda’yı…
İlhan Şahin: Uzun süredir Yılmaz beyle abi kardeş gibiyiz. Yılmaz abiyi ben şöyle anlatırım: En gergin olduğunuz anda onunla konuşun, bir dokunun tüm negatifliğinizi alır. Pozitif enerji gelir. Sanat için yapılan her aktiviteyi Açı Okulları olarak destekliyoruz zaten. Toplumumuzun en çok ihtiyacı olan konuların başında da gülmek ve stresini atmak geliyor. Çünkü kapıdan çıkar çıkmaz insanlar kavga etmek için bir bahane arıyor. Bu salondan da izleyiciler gülerek çıkarlarsa biz de çok mutlu olacağız.
“BİR SENEDE LİSELİ ÖĞRENCİLERİMİZİN UFKUNU DEĞİŞTİRDİ”
Bu imkanlar sadece Yılmaz Gruda için mi geçerli?
İlhan Şahin: Sanat adına bir şeyler ortaya koyabilecek her sanatçıya sonuna kadar kapımız açık. Yılmaz Ağabey, o kadar sıkışık işleri arasında bizim öğrencilerimize sadece bir yıl drama dersi verdi. Sadece o bir senede liseli öğrencilerimizin ufkunu, bakış açılarını, çevrelerine karşı tutumlarını değiştirdi. Biz sadece sahne sanatlarında değil, sanatın her dalında, sporun her alanında öğrencilerimizi en uzman isimlerle temas ettirmeye çalışıyoruz. Onları sadece sınavlara değil hayata hazırlamak istiyoruz. Resimden müziğe, basketboldan futbola kadar pek çok alanda önemli isimle çalışıyoruz. Yılmaz abi de çok kıymetli bir isim bizim için. Sanatta 70 yıl ne demek? Yaptığı işlerde en iyisi olmuş, ses getirmiş bir duayenimiz. Bu tür insanların bize dokunması bile çok önemli.
Sanat olgusunu çok vurguluyorsunuz ama ülkemizde sanatçı ve sporcu yetiştirilmesi konusunda ciddi sıkıntılar yok mu? Bir eğitimci olarak fikirlerinizi merak ediyorum
İlhan Şahin: Olmaz olur mu? Sanatçı ve sporcu yetişmemesinin en büyük nedeni, sınav formatı. Öğrencinin tam yeteneklerinin keşfedildiği an biz onu sınavlara empoze ediyoruz. Onu sanattan spordan uzaklaştırıyoruz. Bu öyle bir şey ki; çocuk bu yeteneğini kullanmayarak iki sene boyunca sınava konsantre olduğunda tüm yeteneği köreliyor. Yeteneğinizi kaybetmiş biri olarak döndüğünüzde o sadece hobiye giriyor. Sanata ve spora düşkün özel yetenekli öğrencileri kesinlikle bu konulara yönlendirmeliyiz. Herkesi doktor, mühendis yapmaya uğraşmamız gerekiyor.
“MİLLİ TAKIMDA DA OYNARSIN, HUKUK FAKÜLETİNİSİ DE BİTİRİRSİN”
Ya olmazsa?
İlhan Şahin: Olmazsa diye bir şey yok. Örnekleri var. Açı okullarının futbol takımı, bayan basketbol takımı, bilimsel projeleri üreten ekiplerimiz, müzik grubumuz Türkiye çapında ödüller aldılar, ilk üçe girdiler. Bazıları da giremedi. Futbol takımımızdaki oyunculardan örnek vereyim. Hemen hemen hepsi üniversiteye girdi. Üniversite girmekle kaldılar bazıları milli sporcu oldu. Demek ki; ikisi de aynı anda yürüyebilir. Profesyonel eğitimcilerle programlı bir sistemde milli takımda da madalya alırsınız, hukuk fakültesinde de aynı anda okursunuz. Sorun yok!
Veliler buna karışmıyor mu? ‘’Benim çocuğumu neden tiyatroya, müziğe yönlendiriyorsunuz, onun önce tıp okuması lazım’’ diye…
İlhan Şahin: Emin olun o tip veliler bizde yok. Kayıt alırken hep şunu söylerim, ‘’çocuklarınız çok özgür yetişecek. Topluma faydalı olacak. Kendisini özgüvenli ve özel hissedecek.’’ Çünkü insanlar toplumda özel yetenekleriyle fark edilir. Onun özel yeteneklerini ellerinden alırsanız onları köreltirsiniz.
“TİYATROCU DEVAMLİ ÖĞRENMEYE AÇ OLMALI”
Peki diyelim ki bir öğrenci hem tiyatroda hem de basketbolda çok iyi ama derslerinde başarısız. O zaman ne oluyor?
İlhan Şahin: Mesela Yılmaz Hocam çok yetenekli bir öğrenciyi buldu ama çocuğun dersleri giderek kötüleşti. Bunun sebebini bulup müdahale etmeliyiz. Dengelemeliyiz. Derslerinin de hayatı için önemli olduğunu anlatmalıyız. Derslerinde de başarı gelince yeteneğini göstereceği alanda da başarılı olunca öğrencinin şevki en üst seviyeye çıkıyor. İkisini de bırakmıyor, asılıyor. Bir insanın yeteneği varsa kesinlikle değerlendirilmeli.
Yılmaz Gruda: Ben kendi alanımda konuşayım. Diyelim ki çocuk tiyatro yeteneğiyle doğmuş. Süper yetenek! Lakin, bunu beslemek için coğrafya, tarih, psikoloji, edebiyat, sosyoloji her şeyi bilmesi gerek. Yoksa biter. Oyuncu olamaz. Dolayısıyla bir okulun müfredatına sahip olmalısınız. Devamlı öğrenmeye aç olunmalı. Öğrenmezseniz yetenek hiçtir. Sosyoloji, psikoloji bilmezseniz karakteri nasıl oynayacaksınız? Adam kim, nedir, acısı, korkusu, hüznü, içindeki durum… Bunları öğrenmeyip karakteri bilmezseniz nasıl oynayacaksınız? Tüm disiplinlerden destek almak lazım.
Peki, ‘’Aaa olmadı’’ diye vazgeçen, depresyona giren onlarca insan var. O rolü kapamadı, bu sınavı kazanamadı, futbol takımına seçilemedi diye hayata küsenler var.
Yılmaz Gruda: Öyle bir şey yok! Katiyen yok! Yenilgi kültürüne sahip olmak gerek. Her yenilgiyi kendisine ders, yeni bir başlangıç, yeni bir tramplen olarak görmek gerek. Yapamadım, olmadı bitti gitti, depresyondayım demek olmaz. Yanlıştır.
İlhan Şahin: Özellikle İstanbul’daki çocuklarda veya açarsak büyük şehirde yaşayan çocukların en büyük problemlerinin başında bu sorun var. Ev ve okul dışında yaşama alanı kaybolmuş durumda. Bizim zamanımızda sokaklar vardı. Sokak kültürü vardı. Düşmeyi sonrasında ayağa kalkmayı sokaklarda öğrendik. Düştüğümüz zaman ne yapıyorduk? Orada durup aylarca ağlamıyorduk ki… Kakıp oyuna devam ediyorduk. Şimdi insanlar kapısının önüne çocuğunu bırakamıyor. Bu çocuklar iş hayatına girdiğinde ilk başarısızlıkta istifa mı edecek? Hep söylüyorum, sınavı kazanamadın, ee ne olacak? Hayatın sonu değil. Öte yandan başkası için yaşamayın. Mutlu olacağınız bir meslek seçin. Anne babanız için meslek seçmeyin.
“C HARFİ NEDİR DİYE BİLGİSAYARA BAKAN İNSAN VAR”
Eğitimci olarak da örneğini birçok kere görmüşsünüzdür?
İlhan Şahin: Öğrencilerimden değil de en yakınımdan örnek vereyim. Kız kardeşim doktor, üstelik üç uzmanlığı var. Çok iyi hayat şartlarına sahip. Mesleki ya da hayatındaki en ufak problemde her yüzü asıldığında ‘’baba senin yüzünden doktor oldum’’ der, şikayet eder. Ben ise kendi işimi yapıyorum. Neden? Çocukları çok seviyorum. Onlara öğretmeyi seviyorum. Kokularını seviyorum yahu, bağırış çağırışlarını seviyorum. Başkası için, anneniz, babanız istiyor diye meslek seçmeyin.
Bir de son zamanlarda çok tartışılan şu cep telefonu-tablet- bilgisayar mevzuu var! Bunu siz nasıl görüyorsunuz?
Yılmaz Gruda: Bence kimliğimizi kaybettik. Korkunç bir olay o. ‘’C harfi nedir?’’ diye bilgisayara bakan var. Cep telefonu diye bir uzuv yarattık uzuv. Kol boyu bir organ… Otobüse biniyor adam, başını eğiyor, ekrana bakıyor. Otobüstekilerin yüzde 90’ının da başı öne eğik gözü telefonda. Çevresindeki kimseden haberi yok. Pat pat pat parmaklarıyla bir şey yapıyor. Kendi dünyamız yok oldu gitti. İşgal edildik. Silahla değil bunlarla işgal edildik. Telefona bakmaktan önünü görmüyor. Dümdüz yolda pat duvara çarpıyor. 10 yaşında çocukta var. Niye aldınız ulan o telefonu? ”Eee, işte nerede olduğunu öğrenelim”. Telefon yokken sen 40 yıldır nasıl kaybolmadın?
İlhan Şahin: Önceleri büyük radyolar vardı, sonra siyah beyaz televizyonlar, sonra renkli televizyon, şimdi de telefonlar, tabletler, laptoplar. Süreç böyle devam ediyor. Zaman geçirme şeklimiz de değişiyor. Teknoloji gelişiyor. Önemli olan bununla yaşamayı öğrenmek. Bunu nasıl verimli yaşarız kısmı önemli? İnsani değerler değişmemeli. Toplumdaki önemli sorunlardan biri de bu, temas etmiyoruz. Elde telefona bakarken, hocanın da dediği gibi duvara – kamyona çarpıyoruz. Sohbet etmeyi unuttuk. Çocuğa ‘’nasılsın?’’ diyorum ‘’OK’’ diyor. ‘’Merhaba’’ diyorum ‘’MRB’’ diyor. Bunları değiştirmek gerek. Teknolojiyi kullanırken değerleri unutmamak gerek. Telefonu çocuğun elinden alsak daha büyük kaos haline gelebilir. Ama hayatı nasıl yaşaması gerektiğini de gösterirsek gelmez. Model biziz.