Hak savunurken, sürekli “terörist” ilan edildik durduk. Can yakıcı, can sıkıcı, rencide edici ama hayatta eline silah almamış ve almayacak, şiddetin kıyısından bile geçmemiş biri olarak, herkesin haklarını ayrımsız, her zaman ve her koşulda savunmaya devam.
“Fena yakalandı…”
Adınızın geçtiği böyle bir haber görseniz ne yaparsınız?
Ben, merakla açıp baktım; hele OHÂL döneminde “adalet saraylarında” duruşmalarla binbir dert altında ezilen mağdurlara bir nebze olsun yardım çabası arasında koşuşturarak geçen günlerimde, acaba ne biçimde, nasıl “yakalanmış” olabilirdim.
(Roboski katliamının failleri hala meçhul ama kurbanların mezarlarına karanfil bıraktığımız görüntüler, trollerin “eğlence” ve iftira kaynağı.)
Meğer, Çağlayan “Adalet Sarayı” önünde yakalanmışım zaten…OHÂL grisi hayatlarımızda da, tam da böyle bir “yakalanma” beklenirdi zaten.
Hem de “ucundan tutarken…”
“CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, DHKP-C terör örgütüne üye olmak suçlamasıyla tutuklu Berkay Ustabaş‘a destek için İstanbul Adliyesi’ne geldi. Tanrıkulu, adliye önünde söz konusu terör şüphelisi için açılan pankartın ucundan tuttu.” (https://www.sabah.com.tr/gundem/2018/06/05/son-dakika-chpli-sezgin-tanrikulu-fena-yakalandi)
İşin ironik yönü, genç bir adliye muhabirinin büyük bir “görevşinaslıkla” hükümete yakın bir gazete için yaptığı ve oradan da tüm havuz medyasına, sonra da troller aracılığıyla sosyal medyanın tüm mecralarına “toksik madde” gibi salınan “haber”, gene bir genç ile ilgiliydi.
Devrimci Gençlik Dernekleri (DGD) Genel Sekreteri ve İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğrencisi Berkay Ustabaş’ın, 5 Haziran 2018 sabahı ikinci duruşması vardı.
Şu an Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nde “zorunlu ikâmette” olan Ustabaş, 5 Ocak 2018’den beri tutuklu. Bir sonraki duruşma tarihi, 5 Eylül 2018’e verildi.
Bilmiyorum “yakalandı” haberini yapan muhabir, Ustabaş’ın o sabah adliye koridorlarında gördüğü muâmele nedeniyle fenalaşan annesinin hâline, mahkeme başkanının “duruşma salonunda ayakta insanlar olduğu gerekçesiyle” estirdiği öfke fırtınasına hiç mi tanık olmadı; bu olan bitende bir haber değeri mi görmedi?
Belki, “ruhu” bile duymadı çünkü, benim ismimi kullanarak magazinleştireceği “haberini” yazmakla çok meşguldü. Neticede, “suyunun suyu” vaziyetinde, bu tür yazıların içini doldurmaya çalışmak da zor.
Gene işin ironik yönü, bu gibileri boşluktan karalama üretmek isterken, genelde benim duyurmaya çalıştığım mesajları da, havuz medyasını takip eden kitlelere ulaştırmış oluyorlar:
“Tanrıkulu bir de bu durumu Twitter hesabından paylaştı. Tanrıkulu, Twitter üzerinden ’15 yaşındaki bir çocuğu öldürenlere sessiz kalan yargı, cenazesine katılanı ise hapsediyor. İstanbul Üniversitesiöğrencisi Berkay Ustabaş bu nedenle tutuklu ve duruşması bugün’ mesajını yazdı.”
Belki, bunları okuyan o medyanın takipçisi birileri de, “15 yaşında bir çocuğu öldürenlere sessiz kalan yargıyı” da sorun etmeye ve Berkin Elvan’ın akıbetini kendisine dert eden başka bir gencin Berkay’ın tutukluluğunu da kendine dert etmeye başlar.
Ümit, fakirin ekmeği değil; bir damladan herşeyi ve herkesi yenen güven, dayanışma, birlik denizlerine de dönüşen bağları da oluşturan güç aslında.
Bizim gücümüz.
Yakalanmaya devam
“Fena yakalandıktan” sonraki günün sabahı, gene Çağlayan “Aadalet Sarayı” önündeydim. Her zaman olduğu gibi gene bir duruşma vardı; bu sefer de 4 Nisan 2018’de gözaltına alınan ve 65 gündür tutuklu bulunan Boğaziçili öğrencilerin mahkemesi.
“Havuzdaki” arkadaşlara “kokteyl haber” yapmak zor olmasın diye, kendi kendimi “ihbar edeyim” dedim. “Adliye Sarayı” önünden havuz adreslerine hitaben bir mesaj paylaştım. Amacım, kendilerini düşürdükleri acınası derecede pespaye seviyeye bir gönderme yapmaktı.
Ne var ki, yüzü olmayanı utandıramazsınız.
O gün de, hemen şu haberi çerçöp nevinden derleyip çatıvermişler:
“DÜN DHKP-C, BUGÜN PKK
Dün DHKP-C üyeliğinden yargılanan Berkay Ustabaş’a destek için adliyeye giden CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu bu kez lokum dağıtan vatansever öğrencilere saldıran ve ‘PKK terör örgütü propagandası yapmak’ suçu kapsamında yargılanan saldırganlara destek için İstanbul Adliyesi’ne geldi. 32. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya da girmek isteyen Tanrıkulu dün de DHKP-C şüphelisi için açılan parkartın ucundan tutmuştu.
DESTEK AÇIKLAMALARI
Tanrıkulu’nun iki gündür terör örgütü davalarına katılması büyük tepki görürken CHP’li vekil canlı yayın açarak Twitter’dan “Boğaziçi Üniversiteli öğrencilere özgürlük, tüm Türkiye’ye özgürlüktür” şeklinde tweet paylaştı.” (https://www.ahaber.com.tr/ekonomi/2018/06/06/dun-dhkp-c-bugun-pkk-sezgin-tanrikulu-bu-kez-pkk-durusmasinda)
Dediğim gibi bu tür haberler, “tiridine bandım” şeklinde, suyunun suyunu çıkartmaya çalışıyor. “Normal şartlar” altında gerçekten de acı acı gülünesi ve geçilesi haller bunlar. Ama “normal şartlar” altında değiliz; çok ağır bir kutuplaştırma dayatması taaruz, kin ve nefret iklimi bürümesi için dört bir yanımızı gerçekleştirilen bir kuşatma altındayız.
Ben “yakalanmaya” ve karalanmaya artık alıştım da, işin bir gerçekten de “risk arzeden” ve can yakan boyutları da var. Bir yandan kitleleler, önüne geleni keyfi biçimde “terörist” diye damgalayanlar tarafından müthiş bir saldırganlığa teşvik ediliyor; diğer yandan da, “terörist” yaftalaması mizansenleri yaratılırken bir sürü masum insan rendice ediliyor.
Nazenin gözyaşları
1980 darbesini genç, 1990’ları erişkinlik dönemi olarak yaşayanlar; bugüne kadar saçlarını cenazeler duruşmalar, karakollar hapishanelerde beyazlatmışlardan olarak şunu söyleyebilirim: tek idealimiz, bizden sonraki kuşaklara “daha iyi” ve çatışmasız, şiddetsiz bir ortam yaratabilmekti.
28 Kasım 2015 sabahı Diyarbakır’da, bu sefer de Dört Ayaklı Minare’nin haklarını savunurken, Türkiye’nin kültür mirasına sahip çıkarken öldürülen meslektaşım, dostum, Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi de, bu idealle “saç beyazlatanlardan” idi. Ne yazık ki, içim yanarak söylüyorum, onun saçları tam beyazlayamadan daha kırlaşmışken katlettiler onu…
Daha beyazlatacak çok saçın vardı; ah be Tahir, ah be…
Gelecek nesiller için bu kadar candan, bu kadar özveri ile uğraşan Tahir’imizin cenazesi de, gene kimbilir herhalde yarı yaşımızdaki genç, “sosyal medya tetikçiliğini” meslek edilmiş “troller” tarafından malzeme olarak kullanılıyor.
Gene hem acıyorum: keşke ömürlerini önlerine atılan üç-beş kuruş veya kör fanatizmle harcayıp, nefes alan ama yaşamayan varlıklar olarak bu dünyadan geçip gideceklerine, Tahir gibi binbir iyilikle, her dakikası “daha iyiye” çabayla geçen bir hayatı yaşasalar…İçleri, öyle “acımış”, öyle “çürümüş” ki, sokak ortasında katledilen bir insanın son yolculuğundan kareleri de, “terörist cenazesi” diye, toksik gaz gibi yayıyorlar.
Hem de kızıyorum da; çünkü Tahir Elçi’nin cenazesinde çekilmiş fotoğrafları, “caps”leyip, yalan dolanlarla zehirleyenler, onun yakınlarına, ailesine de büyük bir hainlik yapıyorlar. Sabahtan akşama, “hain”, “vatan haini” deyip duranların çevreye, misket bombası gibi saçtıkları iftiralarla yaptığı, tam da bu aslında: hainlik.
Dostum Tahir Elçi’nin cenaze töreninde çekilmiş bir fotoğrafım, bu troller tarafından, “CHP’li Tanrıkulu terörist cenazesinde” yazısıyla “caps”lenerek her daim servis ediliyor.
(Tahir Elçi’nin cenazesinde, ailesinin başında olduğu karelerde, tabutuna örtülü olan Diyarbakır Barosu’nun flaması da karalama kampanyasında kullanıldı.)
O fotoğrafların bazılarında, ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüş bir çocuk da var: şimdi avukatlık eğitimine devam eden, babasının izinden giden Nazenin Elçi de var.
O troller asıl, Nazenin Elçi’ye, annesi Türkân Elçi’ye ve çocukluğunu babasız geçirmek zorunda bırakılan Arin Elçi’ye büyük ayıp ve evet, “hainlik” ediyorlar.
Sadece Elçi ailesi değil, ekran arkasından çevreye “sözde”, sözleriyle ve “photoshop”ladıkları görüntülerle, uydurdukları sahte algılarla “operasyon” çekmeyi iş güç edinen trollerin mağduru olanlar.
Roboskili aileler de, bu tarz mizansenlerin mağduru:
28 Aralık 2012 tarihinde, dönemin CHP Grup Başkanvekili Levent Gök’le birlikte katliamın birinci yıldönümü dolayısıyla Roboski’ye gidip öldürülenlerin mezarına karanfil bıraktığımızı gösteren fotoğraf, troller tarafından “PKK’lı itlerin cenazesine katılan CHP’li vekillere ne ad verilir?” yazısıyla “caps”lenip kullanıyor.
(Photoshop’un imkanlarını cömertçe kullanmak da, trollerin “marifetlerinden”: CHP ilçe başkanlığındaki fotoğrafımızın üzerinde epey bir çalışmışlar.)
Kezâ, Kobani’de hayatını kaybeden ve cenazesi iki ay sınırda bekletildikten sonra Türkiye’ye getirilebilen Aziz Güler’in tabutu başında çekilmiş fotoğrafım da aynı tarz bir iftirayla servis ediliyor. Güler’in cenazesinin Türkiye’ye getirilmesine aracılık edenin Ahmet Davutoğlu dönemideki AKP hükümeti olduğu, Güler’in de IŞİD’a karşı savaşmak için hayatını ortaya koyduğu, tabii trollerin hafızasında olmayan kayıtlardan. Ortada, gencecik yaşta yaşamını kaybetmiş biri var: gençlerimiz ne şekillerde, neden ölüyor, öldürülüyor denecek yerde; yapıştır “terörist” yaftasını, nefret saç dur.
Sadece cenazeler değil; çok sevdiğim ve gönülden bağlı olduğum mesleğim avukatlığım üzerinden de, “yalan rüzgârları” estiriliyor.
(Kobani’de IŞİD’a karşı çatışmalarda hayatını kaybeden Aziz Güler’in, iki ay sınırda bekledikten sonra, dönemin AKP hükümeti mensuplarının da çabalarıyla Türkiye’ye getirilen cenazesinde…)
Meclis’teki 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’nda aynen şu biçimde dile getirdiğim gibi:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fotoğrafını kullanarak kendilerine ‘Aktrol’ diyen binlerce sosyal medya kullanıcısı var. Cumhurbaşkanının ve AK PARTİ’nin rozetlerini kullanan kullanıcılar. Paylaştıkları resim Tahir Elçi’nin cenaze fotoğrafı, Tahir Elçi’nin. ‘Terörist cenazesine katıldı Sezgin Tanrıkulu”diye yüzlerce paylaşım var. Biraz önce şeyi paylaştılar, Rahmetli Gaffar Okkan’ın fotoğrafını paylaşarak, ‘Gaffar Okkan’ı öldüren PKK’lıların avukatı olduğunu biliyor muydunuz? Bilmiyorsanız öğrendiniz.’ demişler.”
‘Gaffar Okkan benim yakın dostumdu. O, Diyarbakır Emniyet Müdürüyken, ben Diyarbakır Barosunun Genel Sekreteriydim, kendisiyle görüşürdük. Alçakça katledildi. Hizbullah kendisini katletti, PKK’lılar değil. Onu vuranlar yakalandı. Onun davasının bütün duruşmalarını takip etmeye çalıştık. Ama, kendilerine “Aktrol” diyen alçak güruh bu şekilde milletvekillerini, tümümüzü hedef göstermeye devam ediyor.”
(Gaffar Okkan’ın katillerinin avukatlığını hiçbir şekilde yapmadım ama kendisi dostumdu; bunu biliyor muydunuz?)
Troller deyip durdum ama, aynı öyle hareket eden, gazeteciler diyemeyeceğim-gazetecilere hakaret olacak zira, medya çalışanları da var. Tıpkı yazının başında bahsettiğim örnek gibi. Zihni, ruhu, varlığı beton bir blok gibi kaskatı olan bu varlıkların da, en azından önemli bir kısmının günü gelip hatalarının farkına varacaklarına eminim. Beton ruhluların da yüreğinde bir çatlak açılıp oradan bir yeşillik, bir yaşam belirtisi çıkar ümidi, bizim insanlığımızın nişanesi olsun.
“Ailenizin teröristi” olarak; hak savunurken, başkalarının hakkını ararken sürekli “terörist”, “hain”, casus”, “ajan” ilan edilip durmuş biri olarak, günü gelince bu kötülükleri yapanların da hakkını savunmak durumunda olacağım.
Can yakıcı, can sıkıcı, rencide edici; ama hayatta eline silah almamış ve almayacak, şiddetin kıyısından bile geçmemiş biri olarak, herkesin haklarını ayrımsız savunmaya devam.