Sadece Türk Resim Sanatı’nın değil Türk Sanatı’nın da yaşayan değerlerinden ve en önemli isimlerinden öğretmen, akademisyen, hoca, usta ve tabii ki ressam Devrim Erbil son sergisi hakkında muhabbet edelim dedik. Sergi, usta ismin dostu heykeltıraş Necmi Murat’la beraber düzenledikleri ‘’İki Bakış-İki Yorum’’ adını taşıyor. Necmi Murat’ın Dervim Erbil’i bir maestro şefi gibi canlandırdığı heykeliyle her şey başlamış. Biz sanat, sepet, resim konuşalım dedik ama röportajın içinde yok, yok. Atatürk, Rönesans, Paris, futbol, Zeus, tavla ne arasanız burada…
Heykeltıraş Necmi Murat’ın ”Devrim Erbil” çalışması…
Türk Sanat Dünyası’nın duayen isimlerinden ressam Devrim Erbil ve yakın arkadaşı heykeltıraş Necmi Murat ‘’İki Bakış-İki Yorum’’ adlı ortak sergisi F Sanat Galerisi’nde görülebilir.
Şimdi muhabbete oturalım…
– Öncelikle isminizin hikayesinden başlayalım. Devrim adını kim vermiş size? Bir hikayesi var mı?
Var, var olmaz mı? Şimdi 1960 ihtilali olsun, daha sonrası 70’li yıllar olsun o dönemlerde Devrim ismi sıkça çocuklara verilse de 80 yıl önceye dönersek böyle bir isim kimin aklına gelir? Şaşırtıcı bir durum ama değil. Büyükbabam adımı veriyor. Rahmetli büyükbabam, Mustafa Kemal Paşa’nın arkadaşı ve aynı zamanda Çanakkale Savaşları’nda da Gelibolu’da komiser. O, cumhuriyete itafeten adımı veriyor. Hatta Atatürk evimize geldiğinde annem o zaman çok küçük olmasına rağmen Atatürk’ü hatırlıyor. Mahmuzlu çizmelerini ve derin mavi gözleri belleğinde kalıyor. İlginçtir diş hekimi kardeşimin adı Dilaver. Onun ismini de büyükbabam vermiş. Devrim’den Dilaver’e nasıl bir geçiş olmuş? O da esprili. Onu da ilk Edirne ziyaretimde keşfettim. Tabii bu benim düşüncem ama olasılığı yüksek. Büyükbabamın Cumhuriyet sonrası ilk görev yeri Edirne. Selimiye Camii’den aşağı inerken eski belediye binası vardır. Önünde de bir büst. İlk belediye başkanı Dilaver Bey yazıyor. Büyükbabamın da arkadaşı.. Kardeşime de böylece Dilaver adını vermiş diye tahmin ediyorum. Öte yandan Devrim Erbil isminin bana yakıştığını düşünüyorum.
– Anneniz dikiş-nakış öğretmeniymiş. Sizi de resme yönlendiren sanırım bu olmuş. Peki sizin dikiş-nakışla aranız nasıl? Kendi söküğünüzü kendiniz mi dikersiniz?
Annem beni her dönemde çok teşvik etti. Düşünün Balıkesir’de yaşıyorsunuz, 1940’lı yıllar. Derslerinde de başarılı bir çocuk, ‘’ben ressam olmak istiyorum’’ diyor. O dönem, sanat müessesesi yok, sanatçıyı bilen yok. Hayatı boyu zorluk çekecek, resim çizerek mi para kazanılacak deniliyordu. Kız bile verilmezdi. Neyse ben üç defa evlendim ama olsun. O bakış açısı olmasına rağmen annem beni hep destekledi. Haa, nakış dikişle aram yok. Kendi sökümüğüzü de dikmişliğimiz var ama şimdi değil. Ben hep resimle uğraştım. Ne zaman boşluk bulsam resim yaparım. Lisedeyken bile gece 12’ye kadar çalışırsam sonra 2 saat resim yapmadan uyuyamazdım.
– Resim olsun, heykel olsun bedeni zorlayan sanat dalları… Bu kadar dinç kalmayı nasıl başarıyorsunuz? Günlük şınav, barfiks falan çalışır mısınız?
Gençliğimde atletizm yaptım, sporla uğraştım. Şu an mesela yürüyüş yapmam lazım, yapamıyorum. İçimden gelen başka bir enerji var, ‘’bu bana resim yaparak mutlu olacağımı’’ söylüyorsa, yürüyüş falan umurumda değil.
– Günde 16 saat çalıştığınızı okumuştum bir yerde…
Yani 16 saat çalışamıyorum bugünler de ama 12 saat çalışabiliyorum. 12 saat sonrası yavaş yavaş pilim bitiyor.
– Sanatçıların ritüelleri olduğunu söylenir ‘’bazısı sadece sabah saat 10-12 arası yazar, bazısı sadece atölyesinde çizer, bazısı gece çalışır’’ gibi… Sizin böyle ritüelleriniz var mı?
Yok, yok hayır. Fırsat bulduğum an tuvalin başına koşuyorum ama sanatçı sadece tuvalin başında olduğu zaman çalışıyor demek değildir. Sanatçının kafasında bir dolu anlar var, bir boş anlar var. Siz hayal kuracaksınız, şarkı söyleyeceksiniz, bu da çalışmanın bir parçası. İlgilendiğim çok şey oluyor, arşivlere iniyorum, ressamlarımla münazara ediyorum, resmime bakıyorum. Lakin şunu diyebiliriz ki paleti kurumayan bir ressamım.
– Üretken bir ressamsınız, bu hep böyle miydi? Yoksa uzun süre resim yapmadığınız dönemler oldu mu?
Bir anımı anlatayım. Bundan kırk yıl önce, Tiglat Galerisi vardı, Rumeli Caddesi’nde… Sergim var, kalabalık. Mimarlık Tarihi Profesörü Mehmet Özer, geldi bana dedi ki; ‘’yahu Devrim, eserlerini çok beğeniyorlar ama eleştiri de var,’’ ben de ‘’beğenmeleri değil de eleştiriler beni ilgilendirir söyleyin’’ dedim. ‘’Senin hakkında ‘çok üretiyor’ diyorlar’’ dedi. O dönem Mimar Sinan Üniversitesi’nde hocayım, hem Resim-Heykel Müzesi’nde müdürlük yapıyorum, hem konferanslar veriyorum, hem de akademik sanat etkinliklerini organize ediyorum, hocaya baktım, ‘’Valla, günde dört saat çalışıyorum. Bazen hiç çalışamadığım da oluyor, gece derslerim oluyor. Fakat, hafta sonu ve tatillerde çalışırım. Dört saatin altına düşmez. Ben dört saat çalışıp bunu yapıyorsam, diğer ressamlar hiç çalışmıyor demektir’’ dedim.
– Ne olursa olsun, sanat tembelliği kabul etmiyor galiba…
Bakın tembel dediğimiz, biraz haylaz dediğimiz tanıdıklarımız vardı. Paris’e gittikten sonra değiştiler. Neden? Komet (Gürkan Çoşkun) bir gün geldi, o zamanlar Paris’e sık gidip geliyor, biz de Çiçek Pasajı’nda içiyoruz. Yarın dedik yine saat 11 gibi buluşalım falan, Komet, ‘’İyi de ne zaman resim yapacağız’’ dedi. Paris’deki sanat havası insanı hemen disipline sokuyor tabii ki… Bizde ki sanatçılar biraz da dedikoducu. Onu bunu çekiştireceğine sanatıyla ilgilense bu kötü alışkanlığı da bırakacak.
– Bir tabloya başlayıp, bitiriyor musunuz? Yoksa ayrı ayrı 5-10 tablo üzerinde mı çalışıyorsunuz?
Yok. 10 ne? Belki daha bile fazla 15-20… Biri bitmediği zaman onu hemen ‘’Dinlendirme Odası’’na alıyorum. Her gün yemek yerken, dolaşırken falan gözüme takılıyor. Mesela bu sergi salonundaki bile, şu resmime bakıp, şunun şurasına şu rengi koysam, bunu yapsam daha mı etkili olurdu diye düşünüyorum.
– Ressam olmasaydınız ne olurdunuz?
Ressam olurdum. İşin esprisi bir yana Osmanlı döneminde yaşasam bir hattat ya da minyatürcü olurdum.
– Bir çok asistanla çalışıyorsunuz. Fakat, tartışılan bir konuda usta-çırak ilişkisinin bazen çırağı çok etkilediği yönünde…
Bir noktaya kadar olması gerektiğini düşünüyorum. Ustanın hayranı olabilirsiniz, ama taklide girdiğinde olmaz. Çırak genelde bir müddet sonra ustasının taklidi olmaya başlar o an ben devreye girerim ve hayatımın hiç bir döneminde de bunu istemedim. Sanat camiasında da yetiştirdiğim yüzlerce öğrenci var ama bunlar içinden değil dışardan olup da beni taklit edenleri gördüm.
– Galata Kulesi, Galata Köprüsü, Eski İstanbul vazgeçilmezleriniz. Neden?
Köprüden daha çok kuleyi seviyorum aslında. Bir dönemi teşkil ediyor. Tarihi yarımada da ise kültürler geçişi var. O medeniyetlerin karmaşasını seviyorum.
– Bir renk!?
Mavi, turkuaz mavi! Kendime ve İstanbul’a yakıştırdığım renk.
– Hangi ressamın hangi tablosunda hangi karakter olmak isterdiniz?
Bir tablo değil de; Zeugma mozaiklerindeki güzeller güzeli Antiope’ye aşık Zeus olmak isterdim.
– Resim dışında bir tutkunuz var mı? Futbol izlemek, ata binmek, balık tutmak vs. gibi?
Heyecan veren maçları izliyorum. Milli maçları ve Avrupa maçlarını severim. Basketbola bayılırım. Samimi bir Fenerbahçeliyim. Tavla oynarım ve iyi de oynarım.
– En sevdiğiniz zar?
Hep yek!
– Rakı mı, şarap mı?
Şarap…
– Sergiye dönsek! Öncelikle heykeltıraş Necmi Murat ile ortak bir sergi de buluştunuz… Biraz anlatır mısınız?
Bu bir sevginin, dostluğun sergisi. Hem insan olarak, hem sanatçı olarak 30 küsur yıldır tanıdığım Necmi Murat ile birlikte bir sergide olmak büyük onur. Her şeyden önce onu söyleyeyim. Kendisi 17 yıl New York’ta yaşadı. Türkiye’ye dönüp coşkuyla hala heykel yapıyor. Şiir gibi heykel yapar, ben de uzun yıllar şiirle uğraştım. Ve böyle bir sergi de buluşmak keyif verdi.
– Resmin Şair’i olarak biliyorsunuz peki şiir yazıyor musunuz şu an?
Şimdilerde yazmıyorum.
– Roman yazmak ister miydiniz?
Çocukluğumda öykü yazardım. Hatta ilkokulda coğrafya öğretmenimiz ‘’İtalya’yı anlatın’’ demişti. 16 sayfalık bir öykü yazdım. Napoli, Venedik, Roma falan hikaye kahramanını epey gezdirmiştim. Fakat burada önemli olan hikayede kahramanı anlatabilme gücünü göstermek.
– Nerede yaşamak hoşunuza giderdi?
İspanya, Madrid’de ihtisasımı yaptım. Orada yaşamak güzeldi. Çin’den Fas’a dünyanın çoğu yerini gezdim, sergilerim oldu. İstanbul beni en çok besleyen ve hala büyüleyen şehir. İstanbul olmasaydı Paris diyebilirim.
– Zaman makinesi olsa hangi tarihe, nereye gitmek isterdiniz?
16. Yüzyıla dönmeyi çok isterdim. İtalya’da bir mozaikçi olmak hoşuma giderdi.
Söyleşi: Murat Nedim
:::Açıklama::::
Devrim Erbil ve Necmi Murat’ın ‘’İki Bakış-İki Yorum’’ adlı sergisini F Sanat Galerisi’nde görebilirsiniz.
F Sanat Galerisi
Adres: Valikonağı Caddesi, Akkavak Sokak Polat Apt. No:38/2 Nişantaşı
Telefon: 0212 296 8332