Geçen gün oğlana, uykuya dalması için doğaçlama bir masal anlattım. Absürd, komik ve doğaçlama masalları çok seviyor. İlk başta kurması yorucu geliyor, sıkılıyorum ama galiba ben de seviyorum! Bir süre sonra kendi saçmalığı içinde bir bütün olarak akıyor gidiyor. Kurduğum absürd masal şuydu:
Bir ülkede, onun toprağında yetişen iki insan varmış. Ve hava çok sıcakmış o günlerde. Bu insanlardan bir tanesi, limonatayı çok seviyormuş. Hep limonata içerek serinliyormuş! Birdenbire bir karar alarak, “burası limonata içenlerin ülkesi olsun!?” demiş. Öbür kişi de kabul etmiş, ve ülkede akşam yemeğinde hep beraber güle-oynaya limonata içmişler. Bir zaman sonra, limonata içenlerden biri, “aslında ben Ayran daha çok seviyom” demiş. “Aynı zamanda da ayran içenlerin ülkesi olsun burası” diye ısrar etmiş. Tartışma çıkmış, bağırışmışlar, o akşam yemeği gergin geçmiş. Sonra, ülkenin “Ayran ve Limona içenler ülkesi” olmasına karar vermişler, araları düzelmiş. Aynı topraktan yetişen bir insan görünmüş ileride. Üçü hep beraber akşam yemeği yiyeceklerken, bu kişi “Ben çay içmeyi seviyorum!” demiş. “Ülkemiz, Limonat Ayran ve Çay içmeyi Sevenler” ülkesi olamaz mı?” diye de ısrar etmiş.
Aslında buraları taklit yaparak, şiveli bir biçimde ve doğaçlama seslendiriyorum. Şimdi yazıda olmuyor! Çay seven de gelince oğlan kahkahayı bastı yatakta. Gerçi kahkaha atması pek işime gelmiyor. Uykusu açılır diye düşünüyorum. Yine de neşeyle uykuya dalması daha iyi olabilir.
Yapacak birşey yokmuş. Galiba birbirlerine de çok saygı duyuyorlarmış. Bu yüzden, ülkenin “Ayran Limonata Çay sevenler” ülkesi olmasına karar verilmiş. Yalnız ülkede renkler ve çeşitler oldukça fazlaymış. Bir kişi daha gelmiş yanlarına: Ve yemekte “Kola” içmek istemesin mi! “Ben kolayı çok seviyorum” demiş. Bir süre bağırıp çağırmışlar birbirlerine. Ertesi gün, ülkenin “Çay Kola Ayran Limonata sevenler” ülkesi olmasına karar verilmiş. Yemekte herkes güle-oynaya neşeyle, istediği şeyi içmiş. Ertesi gün yeni gelen bir kişi ise, “Meyve suyu yok mu yav? Ben meyvesuyu seviyorum fakat!” demiş. (Oğlan gülerken duvarı tekmeledi. Ben ise o anda, bunu ne kadar sürdürebileceğimi düşünüyordum.)
Ülkenin, “Limonata Ayran Meyvesuyu Çay sevenler ülkesi” olmasına elbirliğiyle karar verilmiş. Kavga etmeden, anlaşarak, birbirlerini kırmadan yaşamışlar. İki gün sonra yemekte yanlarına, aynı toprakta yetişen biri daha oturmuş: “En çok kahveyi seviyorum ben” demiş, “Sizden n’olur rica ederim, kahve sevenler ülkesi de olsun burası.” Şaşırmışlar, ne yapacaklarını bilememişler, eninde sonunda aynı hakkı ona da vermişler ve ülkenin tabelesını tekrar değiştirmişler.
Bir süre sonra hikayeye istemeye istemeye şeftalili Ays-ti seven elemanı da kattım ama, oğlan bu çeşitlemeye pek gülemedi. Çünkü uyku dünyasına yolculuğu başlamak üzereydi, gözleri hafiften kapanmıştı.
Az daha yatakta uzandım ben de. Sonra kalktım, dolapı açarak soğuk su şişesini çıkardım. Ahan da? Yuh! Su’yu unutmuştum! O masaldaki ülkede Su seven nasıl yoktu? Sonra bunun bir kurgu hatası olmadığına karar verdim. Zaten doğaçlama anlatımlarda kurgu şeysine pek önem verilmezdi. Önemli olan maksat ve niyetti. Ayrıca suyun, ülkedeki içeçeklerin tümünün yüzde doksanını oluşturduğuna karar verererek kafamda hikayeyi tamamladım. Yani hayatı oluşturan su, ayrı bir değer olarak ülkede yer alamazdı, seslendirilmesi, tabelaya konması, sahiplenilmesi bile iyi birşey değildi. Şu sıcak günlerde tüm soğuk içeceklere ana lezzetini ve gizemini veren bütünleyici bir olgu idi. Derinlerde bilinecek ve hissedilecekti. Su, herkese aitti…
Çok sonraları, ülkedeki akşam yemeğine, dışarıdan biri gelmiş. “Arkadaşlar ben, zehir içmeyi seviyorum,” demiş. “Lütfen tabelaya bunu da ekleyebilir miyiz?” Gittikçe büyük beceri kazandıkları özgürlük refleksiyle, bunu bile olur mu olmaz mı diye düşünmüşler. Bir toplantı yapmışlar: Kabul etmemişler. Ülkede zehir üretmek ve içmek elbirliğiyle yasaklanmış.