Ünlü ressam Mehmet Sinan Kuran yine çok farklı bir sergi hazırlığında. Sanatta ekip çalışmasının örneği bir elin parmaklarını aşmayacak kadarken o, 15 tane genç ve pırıl pırıl sanatçıyla bir takım kurmuş, harıl harıl üretiyor. Sergiyi, hazırlık sürecini sormaya gittik, neler neler öğrenip döndük…
Mehmet Sinan Kuran, kısaca MSK, sadece eserlerinde değil, karşısına geçtiğinizde anda da farkını hemen hissettiren bir ressam. Sanatçı olduğu için farklı olmaya çalışanlardan değil de, farklı olduğu için sanatçı olduğu hemen anlaşılanlardan… Ne kadar eğlenceli, sıradışı, pozitif enerji yüklü olduğu, İnstagram hesabından bir iki paylaşımına göz atarak bile hemen anlaşılabilecek biri… Şimdi yine çok sıradışı bir sergi hazırlığında. Alışılmadık çünkü, gencecik ve fakat aşırı kabiliyetli 15 sanatçıyla, süper verimli şekilde yaratıyorlar. MSK çiziyor, onlar da bu çizimleri kendi alanlarında yorumluyorlar. Biri heykele çeviriyor, diğeri nakışa işliyor, öteki yağlı boya tablosunu yapıyor… Neredeyse bir senedir takım halinde, kavga gürültü çalışıp duruyorlar. 17 Kasım’da PG Art Gallery’de sanatseverle buluşacak serginin ismi ise Introvertmsk. Hayırlı olsun diyor, sorularımıza geçiyoruz.
17 Kasım’daki serginize Genç sanatçılardan oluşan bir ekiple, takım çalışmasıyla hazırlandığınızı biliyoruz. Sergide sanatseverleri ne bekliyor? İntrovert ekibi bize neler hazırladı?
Ziyaretçiler zihnime girecekler. 15 kişilik genç bir ekiple birlikte zihnimi, bütün detaylarıyla sergi salonuna birebir inşa ediyoruz. 9 aydır çalışmalar sürüyor. 2 ayımız daha var. Sergi her şeyden önce eğlenceli. Samimi, ön yargısız, şaşırtıcı. Tuzaklar ve sürprizlerle dolu. Biz, İntrovertmsk ekibi, hazırlarken çok eğleniyoruz. Zaten çocuklarla başında konuştuk. Esas sanat eseri bence; bu süreç. Birbirine yabancı 15 kişi, birlikte bir sene geçiriyor. Biz sanatçıların egosu şişik olur malumunuz. Gençler zaten yaşları gereği yerçekimsiz ortamda yaşıyorlar. Demokrasi, empati, kollektif üretim, eleştiriler, vs. Bunlar kolay işler değil. Bu süreçte 2 zayiatımız var. Yazık oldu ama insan böyle bir şey. Ben de şaşırarak izliyorum. Kendime inanamıyorum bazen.
Kollektif çalışma kısmını biraz açar mısınız? Sanatçı yalnız olmaz mı? “Ne o öyle 20 kişi inşaata mı giriyorsunuz” gibi yorumlar alıyor musunuz?
Sanatçı değil sadece, insan yalnızdır. Yalnız geldik, yalnız gidiyoruz. Arada oyalandığımız insanlar var sadece. Bazılarıyla daha uzun zaman geçiriyoruz. Çağımızın en çok ihtiyacı olan şey bence kollektif yaşam. Birlikte yaşamak, üretmek, paylaşmak. Bireylerin içe dönmeleri, toplum yaşamına uzaklaşmalarıyla, ciddi bir tıkanma söz konusu oldu. Yaşam eskisi gibi akmıyor. Günümüz Türkiyesi’nde karşı karşıya olduğumuz en ciddi sorun bu. İki farklı kutup haline geldik. Bu işten tek bir çıkış var. Birlikte yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Tahammül etmekten bahsetmiyorum. Birlikte üretmekten, birlikte tüketmekten, birlikte eğlenmekten, paylaşmaktan, birbirimizi sevmekten ve saygı duymaktan bahsediyorum. Zor değil. Sadece bir şekilde başlaması lazım. ‘20 kişi inşaata mı giriyorsunuz’ sorusu duruma uygun. Evet, bu fikri ve ortak sergimizi inşa ediyoruz.
ARİSTOKRAT YA DA SOYLU DEĞİLİM, 45 YAŞINDA SANATÇI OLDUM
Kollektif sanat oluşumları Rönesans döneminde de oldukça popülerdi. Ardından 1900’lerde resesyoncular ve başka oluşumlar. Şöyle bir 1500’lü yıllara gitsek, kiminle çalışmak isterdiniz? Yer Floransa! Mediciler falan filan…
Mediciler aristokrat veya soylu değildiler. Bu açığı sanata ve sanatçıya duydukları hayranlıkla ve koleksiyonlarla kapamaya çalıştılar. O devirde sanatçılara büyük yatırım yaptılar. Sanatçıları bir araya getirdiler. Bunun sonucunda büyük bir sinerji doğdu. Michelangelo’dan Leonardo da Vinci’ye kadar birçok dahi sanatçı bu ailenin himayesine girdiler. Sadece sanatçılar değil, Amerigo Vespucci ve Galileo da aynı şekilde bu himayeden yararlandılar. İlk porselen bu zamanda üretildi. Bilim sanat felsefe hep birlikte muhteşem bir dalga ile tüm Avrupa’yı sardı. Bu, kollektif çalışmanın nerelere varabileceğine dair güzel bir örnek. Beni Medici, bu gençleri de üstün yetenekli sanatçılar olarak görebilirsiniz. Ben de aristokrat ya da soylu değilim. Hayatım sürünmekle geçti. 45 yaşımda sanatçı oldum. Akademili değilim…
Şimdi gelelim zurnanın zırt dediği yere… Kimse görmese de bu sanat dünyası da ‘’kurtlar sofrası’’… Eskiler, yeniler, mektepliler, alaylılar, galericiler, çıkarla çalışan eleştirmenler vs. vs. vs. Bilen bilir. Siz nasıl boğuştunuz veya hala boğuşuyor musunuz?
Hiiiiç kimseyle boğuşmam. Ben perşembe pazarında yetiştim. Orada adamın böbreğini alıp yerine kutu kola koyarlar. O da boş. Dolusunu istersen üste para verirsin. 12 senem geçti orada. Hiçbir şeye şaşırmam. Üzülmem, korkmam, yılmam. Kimsenin hakkını yemem, hakkımı yedirmem. Beni severler. Sevmeseler de seviyormuş gibi yaparlar ki, bana göre aynı şey. Ben mağaralara resim yapan ilk insanım. Eleştirmen, galerici, mektepliler, hep benden sonra. Beni ilgilendirmiyorlar. Ben resim yaparım, resmimi beğenene resmimi anlatırım. Birlikte güler geçeriz. Hesap kitap bizim işimiz değil. Onu büyükler kovalasın.
Bir çizgi roman yapsanız kahramanın tipi, ruhu, fikri hikayesi nasıl olurdu? Veya olmazdı?
Ölü bir kunduz olurdu. Çağımızda yaşayan 3 kişilik bir aile pikniğe gittiğinde çocukları oynarken o kunduzu bulurdu. Aile Apple zombie olduğu için o kunduzun ölü olduğunu fark etmezlerdi. Çocuk kunduzu yanına alıp eve getirirdi. Okul da dahil olmak üzere 7/24 kunduzla yaşardı. Adı da Dead Beaver Zigg olurdu.
“TABLON CHRISTIES’DE MÜZAYEDEYE ÇIKIP DA SATILMAZSA YANARSIN” DEDİLER AMA TAKMADIM
Bir de dünyaca ünlü müzayede Chriestie’s başarınız var. Bir eseriniz kabul edildi ve satıldı. Bir Türk sanatçı için önemli bir başarı olduğuna şüphe yok. ‘Sizi nasıl keşfetmişler’i merak ediyoruz da tablonun kaç sterlin ettiğini de merak ediyoruz?
Beni keşfetmeleri çok mühim bir olay değil. Zaten sürekli dolaşıyorlar galerileri. Biraz ilginç bir tarzı hemen fark edecek kadar eğitmişler gözlerini. İşleri bu. Esas ilginçlik ondan sonra oldu. Ahlaksız teklifler aldım sağdan soldan. Akıl vericiler hemen “kendi resmini kendin al” dediler. İlk müzayedede eserim satılmazsa hiç olmazmış. Sonra ne derlermiş. Öyle şey olur muymuş? İşi şansa bırakmamalıymışım gibi. Ben katakulli işlerden yorulmuşum. Sanat piyasasına girince kendimi dokunulmaz zone’da hissetmişim. ‘Satılmazsa satılmasın’ dedim. Kendimizi tartmış oluruz. ‘Büyük hata’ dediler, müzayede başladı. Evde internet yok. Borcundan dolayı arızalı. Ocakbaşında bilgisayardan seyrettik. Tam gonk vurulurken garson ‘Abime sevdiği kuzu ciğerinden’ diyodu. 12 bin dolara satıldı.
MSK’nın satışını ocakbaşında internetten seyrettiği, Christies’de satılan tablosu
Bir de şu çocuklar meselesine gelelim. O kadar işiniz arasında çocuklarla resim yapıyor, Türk Kanser Derneği’nde çocuklara resim öğretiyorsunuz falan… Bunları hangi motivasyon ile yapıyorsunuz?
Küçükken Redbull kazanına düşmüşüm. Yorulmuyorum. Ölünce dinlenecez bol bol. Çocuklarla şarj oluyorum. Öğretmek haşaa. Öğrendiklerinden arınmalarına yardımcı olmaya çalışıyorum. ‘Unutun’ diyorum öğrendiklerinizi. Gözünüzü kapatın, içinizden geldiği gibi çizin. Ne diyeceklerini, sizden güzel çizenleri unutun. Gülerken düşünmeyin, düşünürken gülün. Rüzgara bırakın kendinizi, durgun bir suya çizin kuru bir yaprakla. Müziği hissedin. Dans edin. Çıplak ayakla ıslak çimenlerde dolaşır gibi çizin. Çizdiğinizi beğenin diyorum. Onlara saçmalamayı, büyümemeyi öğretmeye çalışıyorum. Anlatıyorum. Ve çok çok güldürüyorum.
Mehmet Sinan Kuran çocukları öğrendiklerinden arındırmaya çalışırken…
15’İMDE KÜÇÜK EMRAH GİBİ KALAKALDIM
Çocuk kitabı çizmek ister miydiniz?
Çooook. Acayip. En çok. Mütemadiyen. Elbette. Hep. İki üç kişiyle konuştum, ‘biz gelecez’ deyip kaçtılar. Biri pek ciddiydi. Gelir herhalde. Bekliyorum. Hikayem hazır.
Öte yandan bir de otomobil – motosiklet boyama sevdanız var. Bu nereden çıktı? Çocukluğunuzda sanayi de mi çalıştırıldınız?
Çocukluğumda rezil derecede zenginmişiz. Babamın sanayisi varmış. 15’imdeyken babam battı, hastalandı öldü. Arkasından annem de ona katılınca bendeniz Küçük Emrah gibi kalakaldım.
Motor sevdalısıyım. Hep motora bindim. Nerdeyse 35 senedir başka şey düşünmedim bile. Sadece motor, araba değil, elime geçen her şeyi boyuyorum.
Neyse… Biraz da derin sulara dalalım… Türkiye’de sanat nerede?
Türkiye’ede sanat 2 dudağın arasında. Herkes bilirkişi. Konuşmayı, fikir beyan etmeyi, eleştirmeyi ve kıyaslamayı çok seven bir halkımız var. Özgür bırakmalı sanatı. Teşvik etmeli, takdir etmeli. Sanatçıya saygı duymalı. Onu beğenmeli ki sanatçı havaya girsin. Emeğinin karşılığını görsün. Yüzüne renk gelsin. Şu eziklikten kurtulsun. Avrupalı, Amerikalı, uzakdoğulu sanatçılarla kıyaslanmaktan kurtulsun. Çocuklara onu göstermeye çalışıyorum zaten. Başkalarını dinlemeyin. Başka insanlarla kıyaslamayın ve kıyaslatmayın kendinizi. Eskiden yaşamış değerli sanatçılara saygı duyun ama onlara benzemeye çalışmayın. Sizi onlara benzetmeye çalışanlardan kurtulun. Türkiye’de sanat geçmişi yok. Savaşçı ve göçebe toplumuz. Yavaş yavaş, anca. Daha var.
“Bu ekonomik krizde sanatı kim ne yapsın” diye düşündüğünüz oluyor mu hiç?
Tam tersi. Dünya dibe vurduğunda sanatın değeri daha iyi anlaşılır. Başka ne var ki insanları soğuktan koruyacak, içlerini ısıtacak? Belki bir de vahşi yaşam belgeselleri.
40 DAKKADA 40 YILLIK ESKİMO OLURUM
Sanat dışında tutkunuz var mı? Futbol, balık tutmak, kır yürüyüşü, avcılık gibi…
Seyahat. Küçülmeye çalışıyorum. Alışverişi kestim. Sosyal projelere odaklanmayı düşünüyorum. Bu amaçla zengin avlayabilirim. Sponsor bulup özellikle çocuklarla ilgili projeler yapmak istiyorum. Kır yürüyüşünü çöp toplamak için yaparım. Futbol ayakla topa vurdukları etkinlik miydi? Balık tutan olursa roka rakı yerim, pek de beğenirim.
Bu memlekette yaşarken en delirdiğiniz konu ve ‘’yok arkadaş başka ülkede yaşayamam’’ dediğiniz konu ne?
Sevgisizliğe, tahammülsüzlüğe, saygısızlığa ve merak etmeme durumuna dayanamıyorum. Bir de trafik kamikazelerine. Başka ülkede de öyle bir yaşarım ki aklınız çıkar. Grönland’da bile güle oynaya yaşarım. 40 dakkada 40 yıllık eskimo olurum. Ama şehrin denizle olan bu içli dışlı ilişkisi pek kıymetlidir tabi,. İstanbul güzel şehir. Adamakıllı.
“Dışavurumculuğunu perspektifsiz çizgiler kullanarak ve sıradan imgelenmeleri iç sesiyle birleştirip kaotik bir ana akım üzerinden sergileyen, buna istinaden gösterdiği öznel ifadeleri ironik dokunuşlarla birleştiren sanatçı” gibi ağır bir Türkçe tercüme gerektiren cümlelerden nefret eden sanatseverler için kendinizi basitçe tanımlar mısınız?
Samimi. İçten. Komik. Sevgi dolu. Hin.
BURHAN UYGUR YAPILACAK RESİM BIRAKMADI MAŞALLAH
En sevdiğiniz ve en nefret ettiğiniz ressamlar…
En sevdiğim, baba Bruegel. Elder… Maaile ressam bunlar. 6 kişi, irili ufaklı. Nefret ettiğim Burhan Uygur. Ayıptır, günahtır. Senden sonra da resim yapacaklar var. Hepsini yapmasaydın keşke be baba. Bir Bosch var, bayılıyorum. Bunun tüccar olanı da var onla karıştırmayalım. O da akıllı adam. Para kaybedeceğime müşteri kaybederim, demiş. Helal.
-İşleriniz karikatürize, illüstrasyon temelli desenler. Mizah dergileri ile örneğin Leman’la bağınız ne durumda?
Gırgır’la Fırt’la büyüdük. Hepimiz Oğuz Aral’ın askerleriyiz. Leman Sam sevdiğimiz, ailecek dinlediğimiz bir hanımefendidir. Men aslen azeriyem.
Hiç karikatürist olmayı düşündünüz mü?
Hayır.