“Yıllardır, her alanda bir ‘beyaz sayfa’ açma iddiasıyla yaşıyoruz. Akla gelen ve gelmeyen her konuda, mutlaka bir beyaz sayfa açılıyor ve ‘her şeyin bundan böyle başka türlü (ve iyi) olacağı’ öne sürülüyor. ‘Beyaz sayfa’ iddiası, en görünür şekilde kendini ‘mekan düzenlemesi’ konusunda gösteriyor. Sürekli mekanlar yenileniyor, eski mekanların ne kadar yetersiz ve kötü olduğu vurgulanıyor ve yeni mekanlara güzellemeler -o da oldukça ilkel bir biçimde- yapılıyor…”
Bugay konuşuyordu geldiğimde ve de, diğerleri, tam takım, onu büyük bir dikkatle dinliyorlardı. Büyük belediyelere yapacağım ve çok önemli sonuçlar doğuracağını söylettirdiğim gezi öncesinde, bizimkileri bir kez daha görmek istemiştim, belki beni artık sevmeye başlayabileceklerini mi ümit ediyordum, kim bilir…
“Saray hatta saraylar konusu gibi,” diye mırıldandı Hakan.
“Evet, öyle,” diye başladı Bugay, “Gezi Olayı’na yol açan semt düzenleme girişimini de altını çizerek vurgulamalıyız. Beyoğlu’nun, İstiklal Caddesi ile, Taksim Alanı ile, Cihangir, Gümüşsuyu ve Elmadağ’ı ile, Tarlabaşı, Tepebaşı ile tümüyle ‘değiştirilmesi’ ve hem mekanları hem de insanları yani sosyolojisi ile bambaşka bir hale sokulması amaçlanıyordu. Gezi Olayı nedeniyle istediklerini tam anlamıyla yapamadılar ama, yine de bölgeyi keyifsizleştirdiklerini kabul etmek gerekir… ‘Kara vicdan’ı ‘beyaz sayfa’ aklar mı?”
Hasan, “Öyle, ben mesela, İstiklal Caddesi’ne her çıktığımda en az yirmi arkadaşımı görür, onlarla ayaküstü sohbet eder ya da bir yerde çay kahve içerdim,” derken İsmail araya girdi ve, “Ne yirmisi, elli, altmış!” diye bağırdı.
“İşte tam da bunu önlemek istiyorlar. Küçücük Galatasaray Alanı’nda Cumartesi Anneleri’nin 704. oturumuna da izin vermediler örneğin. ‘Gelmeyin buraya’ diyorlar. İnsanlar nereye gitsinler? Galatasaray olmazsa bir başka yere gidebilirler belki ama, onlar, o acılı insanlar, Cumartesi Anneleri, çocukları, yakınları, canlarını anmaktan ve onların yattığı yeri bilmekten vazgeçmeyecekler ve bizler, hepimiz, onların her cumartesi orada olacaklarını, olduklarını bileceğiz, onlarla birlikte hissetmeye, düşünmeye devam edeceğiz,” dedi Selen.
Doktor Özgür, “Bugay’ın dediklerinin en tuhaf örneklerinden biri de, yeni havalimanı,” diye başladı, “Bu havalimanının yeri belli olduğundan itibaren, uzmanlar, aklı başında insanlar, ‘yapmayın, etmeyin, balçık araziye havalimanı inşa etmeyin. Toprak çöker, doldurmanız gerekir, böyle bir zemin, en az bir milyar metreküp betonla dolar, bu miktar betonla 10-15 adet Atatürk Barajı’nın dolgusu yapılır, ayrıca bölge sürekli sis ve alçak bulutlarla dolu, iniş güvenliği büyük tehlike altına girer, uçak gelişleri gidişleri ve bekleme turları için Bulgaristan’a gereksiz bir sürü para ödenir,’ deyip durdular ama, mekan düzenleme saplantısı, yani Atatürk Havalimanı’nı devreden çıkarıp her ne ismi alacaksa artık, yeni havalimanı ile devam etme takıntısı, birçok tehlikeyi beraberinde getiriyor. En başta Devlet Hava Meydanları İşletmesi ve Türk Hava Yolları, yeni alanda çalışma kararını sürekli erteliyor. Onlar bile duruma güvenmiyorlarsa, yabancı hava yollarının uçaklarını gözü kapalı buraya yönlendirebileceklerini düşünmek için aptal ötesi bir mental durum gerekir. Alan benim olsun da, uçak muçak inmesin diyorlar. Bu sözleri söylerken bile, kelime bulmakta zorlanıyorum…”
“O zaman sen de ağız dolusu küfür et, rahatlarsın, bizi de rahatlatırsın aşştyöffm” dedi İsmail.