Halkın Otobüsü ile Türkiye’yi gezen ve halkla bir araya gelen, onların dertlerini dinleyen CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin, nasıl bir tabloyla karşılaştığını şu sözlerle aktardı; “Elbette her kesimin çok ciddi sorunları var. Genel ekonomik tablo iç açıcı değil. Türkiye makroekonomik dengelerini kaybetmiş durumda. Mali disiplin ortadan kalktı.”
Türkiye’nin içerisinde bulunduğu sorunları çözmenin de tek yolunun adaleti sağlamaktan geçtiğine vurgu yapan CHP’li Gürsel Tekin, “Adalet sisteminin işlemediği bir ülkede kimsenin mülkü kalmaz. Demokratik hayatı yeniden güçlendirmemiz, adalet sistemini ayağa kaldırmamız, bürokraside liyakat esasını hakim kılmamız, kişi odaklı sistemden kurum ve kural odaklı sisteme geçmemiz gerekiyor. Güçlü ülkeler güçlü başkanlarla değil güçlü vatandaş ve güçlü kurumlarla kurulur” dedi.
CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin, gündeme ilişkin önemli sorulara dikkat çeken açıklamalarda bulundu.
İşte CHP’li Gürsel Tekin’in açıklamaları…
Halkın Otobüsü ile Türkiye’yi geziyorsunuz. Girişimci, esnaf, zanaatkar ve vatandaşlarla bir araya geliyorsunuz. Nasıl bir tablo görüyorsunuz?
Halkın Otobüsü ile bugüne kadar 86 bin kilometreden fazla yol yaptık. Dünyanın çevresini iki kere gezdik diyebilirim. 1 Temmuz’da salgınla mücadelede yeni bir strateji belirlenmesinin ardından, biz de vatandaşlarla bir araya geldik. Elbette her kesimin çok ciddi sorunları var. Genel ekonomik tablo iç açıcı değil. Türkiye makroekonomik dengelerini kaybetmiş durumda. Mali disiplin ortadan kalktı. Salgın koşulları ile ihracat pazarlarında ve iç tüketimde yaşanan daralma da üreticiyi olumsuz etkiliyor. Acil atılması gereken çok fazla adım var. Bu adımların atılmadığını görmek bizi üzüyor.
Türkiye ekonomisi yılın ilk çeyreğinde yüzde 7 oranında büyüdü. Yine TÜİK tarafından güncel olarak açıklanan verilere göre işsizlik oranı yüzde 2,5 azalışla yüzde 10,6’ya geriledi. Bu rakamlar bize ne gösteriyor?
Takvim etkisinden arındırılmamış verilere göre geçen yıla kıyasla nisanda yüzde 65.5 artan sanayi üretimi, mayısta da yüzde 39.5 artış gösterdi. İki aylık artışın ortalaması yüzde 52 oldu. Bu veriler ikinci çeyrek büyümesinin de yüzde 20 – 25 bandında olabileceğine işaret ediyor. Dolayısıyla yıl sonu büyümesi yüzde 10’dan yüksek olacak. Sadece rakamlara bakarsanız gerçek tabloyu görmekte zorlanırsınız. Temel sebep baz etkisi. Üç yıllık dilim halinde bakarsanız, 2018 yılının gayri safi yurt içi hasılasına göre sadece yüzde 10’luk bir artış var. Yani üç yılda her yıl yüzde 3 büyümüşüz. 2013 yılında Türkiye ekonomisi 957 milyar dolar boyutundaydı. Bugün 761 milyar dolar. Demek ki 8 senede 200 milyar dolar kaybetmişiz. Temel sebep nedir? Birincisi kurumların işlemesi. Hangi kurumlar? Önce yargı. Bugün her üç kişiden ikisi yargıya güvenmiyor. Ondan sonra da ekonomiye ilişkin belli başlı kurumların sağlıklı karar alabilmesi gerekiyor. Bizim bir Planlama Teşkilatı’mız vardı, artık yok. BDDK, TMSF gibi düzenleyici kurumlar çalışmıyor. Merkez Bankası bağımsızlığı üzerinde ciddi soru işareti var. Ortaya çıkan bu tablo da yatırımcıya güven vermiyor. Ekonomide en önemli konu öngörülebilirliktir. Türkiye öngörülemez bir ülke. O yüzden de yatırımcı Türkiye’den kaçıyor. Yatırımcı Türkiye’den kaçtığı için Türkiye’nin finansman ihtiyacı derinleşiyor, faizler yükseliyor ve nihayetinde bu durum da döviz kuru baskısı yaratarak, kurda volativite yaratıyor. Doların en düşük seviyede olduğu bir dönemde kendi yarattığımız krizler nedeniyle doların arttığını görüyoruz. Bu da ithalata bağlı ürünlerin zamlanmasına, milletin alım gücünün düşmesine neden oluyor. Her sorun bir diğeriyle bağlantılı. Bütün sorunları çözmenin tek yolu da belli. Adalet mülkün temelidir. Adalet sisteminin işlemediği bir ülkede kimsenin mülkü kalmaz. Demokratik hayatı yeniden güçlendirmemiz, adalet sistemini ayağa kaldırmamız, bürokraside liyakat esasını hakim kılmamız, kişi odaklı sistemden kurum ve kural odaklı sisteme geçmemiz gerekiyor. Güçlü ülkeler güçlü başkanlarla değil güçlü vatandaş ve güçlü kurumlarla kurulur. Almanya güçlü bir ülkedir çünkü vatandaşları güçlü, hakları korunuyor, kurumları çalışıyor. Biz de bu noktaya gelmeliyiz.
Bir süre önce Üretici Enflasyonu açıklandı. Yüzde 44,9 gibi bir seviye ile karşı karşıyayız. Üreticiler açısından yaşanan maliyet artışlarının etkisi sizce ne olur ve ne yapılması gerekir?
Rakamlara birlikte bakalım. Ana sanayi gruplarının yıllık değişimleri orada yazıyor. Ara malında yüzde 57,23, dayanıklı tüketim malında yüzde 31,58, dayanıksız tüketim malında yüzde 31,44, enerjide yüzde 42,42, sermaye malında yüzde 31,38 artış yaşanmış. Üretici bu artışlarla tek başına mücadele edemez. Bu artışların nihai ürünlere yansıması halinde de rekabet açısından dezavantajlı bir durum ortaya çıkacağı gibi, vatandaşın da yaşanacak zamlar karşısında tüketim alışkanlıklarını değiştireceği ve neticede bir talep daralması yaşanacağı ortada. Bu durum da enflasyonist bir baskı yaratır. Ne yapılması gerekir? Kamu biraz taşın altına elini koyacak. Amerika Birleşik Devletleri kendi vatandaşına gayri safi yurt içi hasılanın yüzde 27’si oranında yardım yaptı. Bizde yardım yüzde 2. O zaman kamuda tasarruf başlayacak ve ortaya çıkan kaynaklar üretime aktarılacak. Nasıl? Üç önerim var. Birincisi istihdamın korunmasına doğrudan katkı sağlayan tedbirlerdevam etmeli. İkincisi yatırımlara yönelik kredi maliyetlerinin bir bölümü şartlı olarak kamu tarafından karşılanmalı. Üçüncüsü Eximbank önemli bir enstrüman. İhracat hacmine paralel bir şekilde kaynaklar arttırılmalı, dış ticaret dengesine ve büyümüye pozitif etkisi desteklenmeli. Pratik bir paket sunuyorum. Hemen bu adımlar atılabilir. Bu feraseti göstermelerini bekliyoruz.
Küresel yatırım ve risk iştahında yaşanan azalma da önemli bir sorun. Doğrudan sermaye yatırımları Kovid-19 salgınının neden olduğu ekonomik gerilemenin etkisiyle 2020’de bir önceki yıla kıyasla yüzde 42 azalarak 859 milyar dolara geriledi. Türkiye de olumsuz etkilendi. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
İki konuyu ayırmamız lazım. Birincisi şu, doğru yapılan işlere yatırım her zaman geliyor. Geçen gün Trendyol çok önemli bir adım attı ve Decacorn oldu, yani 10 milyar dolar değer barajını geçen ilk Türk bilişim şirketi ünvanını kazandı. ,5 milyar dolarlık bir yatırım aldı. Demek ki yapınca oluyor. Örnek ortada. Bilişim sektörü gibi katma değeri yüksek sektörlere daha fazla öncelik vermemiz lazım. Bilişim sektörünün temel kaynağı insandır. O halde insana daha fazla yatırım yapmamız lazım. Bizim daha çok mühendise, yaratıcı, genç, dinamik fikirleri büyüten bir ekosisteme ihtiyacımız var. Bugün bu var mı? Hayır yok. Bu sistemi kurmanın yolu önce her alanda özgürlük ve adaleti korumaktan geçer. Zenginleşmek istiyorsak daha çok startupın filizlenebileceği bir sistemi kurmak zorundayız. İkincisi mevcut halimizle ilgili. Ne yazık ki 2007 yılı Nisan ayında yıllık bazda 26.3 milyar dolara kadar çıkan yabancı sermaye yatırımı 2021 yılı Nisan ayında 3.9 milyar dolara kadar geriledi. Aynı dönemde yabancılar 4.7 milyar dolarlık konut aldı. Yani esasında eksiye düştük. Neden? 3 sorun var. Öngörülebilirlik, güven ve adalet. O yüzden hep aynı şeyi söylüyoruz. Nijerya’nın yaklaşık 37 milyar varil petrol rezervi var, 2020 yılında gelen doğrudan yatırım 2.6 milyar dolar. Şili gibi bir ülkeye 8.4 milyar dolar yatırım gidiyor. Bunun hikmetini çözemezsek hiçbir yere varamayız. Dünya ile rekabet edebilecek kurumlarınız yoksa, dünyadan kaynak da gelmez. Bizim kurumlarımız birinci sınıf olacak, sistem birinci sınıf işleyecek, haksızlığa uğrayan birinci sınıf yargı eliyle hakkını koruyacak ki birinci sınıf yatırım alalım. Kendi tercihlerimizin sonucunu yaşıyoruz. Tercihlerimizi değiştirdiğimiz anda da başka sonuçlar yaşayacağız.
Türkiye ekonomisinin yeniden tempolu bir şekilde büyümesi için ne yapılması gerekir?
Türkiye’nin çözülemeyecek sorunu yok. Bunu bir kere kabul etmemiz lazım. Gencecik bir nüfusumuz var, dinamik bir halkımız var, cesaretimiz yüksek, girişimcimiz rekabetçi. Her şeye sahibiz. Eksiğimiz yönetim aklı. Her alanda reform lazım. Bakın bir şeyin değerini Merkez Bankası belirlemez, başkanlar, milletvekilleri belirlemez. Bir mal veya hizmetin değerini üretim belirler. Ne kadar üretirsek o kadar zenginleşiriz. Üretimin de can suyu yatırım, yatırımın can suyu da hürriyet, adalet, ehliyettir. Ne demek? İnsan özgürlüğünü koruyacağız. Özgürlük olacak ki toplumdan yeni fikirler, yeni düşünceler çıkacak, yenilikçi yollar bulacağız. Özgürlük olacak ki kamuyu denetleyeceğiz, hesap soracağız, kamu kaynakları verimli ve etkin kullanılacak. Özgürlük olacak ki insanlar kendilerini ifade edebilecek, toplumsal çatışmalar ve kutuplaşmalar azalacak. Adalet her şeyin temeli. Yargı sistemi çalışacak. En sonunda da işi ehline vereceğiz. Efendim o partili, bu partili. Hangi partiliyse partili. Hepsi bu ülkenin insanı. İşi yapıyor mu yapmıyor mu, ona bakacağız. Kim daha iyiyse o koltuğa oturacak. Doktora gittiğimizde hangi partili diye bakmıyoruz. İşini iyi yapıyor mu ona bakıyoruz. Mühendis alırken rozet sormuyoruz, kim işi iyi yapıyor ona bakıyoruz. O zaman bürokrasiye memur alırken de kim işini iyi yapıyorsa onu hak ettiği makama getireceğiz. Bunları yapmakla da iş bitmiyor. Ankara tasarruf edecek. Devlet biraz kemer sıkacak. İsraf ve yolsuzluğa giden kaynaklar yatırıma gidecek. Üretici desteklenecek. Özellikle avantajlı sektörlerde tarım ve sanayide üreticiyi teşvik edeceğiz, kümelenme modeli gibi modelleri hayata geçireceğiz, üretici üstündeki vergi yükünü azaltacağız. Buradan açıkça söylüyorum. Kendisine emanet verilen devleti soymayacak namus sahibi insanların yönetiminde Türkiye turbo motor takar, 5 senede uçar.
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Gelecek kapıda duruyor. Yarının koşullarına bugün hazırlık yapmayanlar, dalgalı sularda salim limanlara çıkamazlar. Küresel iklim krizi derinleşiyor. BM raporları ortada. BM Genel Sekreteri kırmızı alarm veriyor. Küresel iklim krizi gıda güvenliğinden, su arzına, enerjiden, temel üretim alanlarına kadar her alanı etkileyecek. Şimdiden etkilemeye başladı. Yarın küresel iklim krizi nedeniyle yaşanacak göçleri de göreceğiz. Demografimize kadar etkileyecek tehditlerle karşı karşıyayız. Ne yapıyoruz? Hiçbir şey yapmadan, bu yokmuş gibi bir kenarda oturamayız. Türkiye’nin çevreyi öncelleyen sürdürülebilir bir iklim politikasına ihtiyacı var.
İkincisi Türkiye’ye yaşanan göçler emek sektörü üzerinde büyük baskı yaratıyor ve toplumsal çatışmaları tetikliyor. Türkiye Avrupa’nın, Amerika’nın göçmen karakolu değildir. Bu bize yakışmaz. Sağlıklı bir entegrasyon politikasıyla sınır güvenliğini sağlayıp, geleceğimizi etkileyecek bu olaya karşı bilimsel bir çözüm ortaya koymamız acil bir ihtiyaç.
Üçüncüsü, biyoloji diye bir şey var. İnsanlar yaşlanıyor. Toplumlar da yaşlanıyor. Doğurganlık oranımız düştü. Bundan 20 sene 25 sene sonra sosyal güvenlik sisteminin kaplayacağı nüfus oranı artacak. Üretim kapasitemiz düşecek. Ne yapacağız? Çocuk yapın demekle bu sorunu çözemeyiz. Sağlıklı bir büyüme ve gelişme temposu yakalamak zorundayız.
En önemlisi devlet yönetimi akıl işidir. Gelecek krizleri görüp, tedbir almak, yarının tehditlerine karşı şimdiden hazır olmak gerekir. Orman yangınlarında yaşanan acı tabloyu hepimiz gördük. Bunun depremi de var, başka krizler de var. Kriz gelsin bizi vursun ne olacaksa olsun diye bir köşede bekleyecek halimiz yok. Kamu yöneticilerini uyarmak, onları gereken tedbirleri almaya mecbur etmek zorundayız. Bu kadarı da yetmez. Basiretli insanları iş başına geçireceğiz. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın derseniz o bin yılda o yılan size mutlaka dokunuyor. Hiçbir koyun da kendi bacağından asılmıyor. Hep birlikte hareket edeceğiz, bu ülke hepimizin diyeceğiz ve kendimize güveneceğiz.