HaberlerGezi Davası'nın ikinci gününde neler oluyor?

Gezi Davası'nın ikinci gününde neler oluyor?

- R E K L A M -

Gezi Davası'nın ikinci gününde neler oluyor?

Gezi Direnişi’ne yönelik olarak Osman Kavala ve Yiğit Aksakoğlu’nun tutuklu bir şekilde yargılandığı 16 sanıklı davanın ilk duruşması Silivri Cezaevinde başladı. Sanıkların “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet talebi ile yargılandığı davada ilk duruşma bugünkü ikinci oturumuyla Silivri Cezaevi Adliyesi’nde devam ediyor. Duruşmada bugün mahkemede hazır bulunan diğer tutuksuz sanıklar dinlenecek.

“Bu iddianame yamalı bir yalan bohçasıdır”

Davanın tutuksuz sanıkları arasında yer alan Avukat Can Atalay, “En sonda söyleyeceğimi başta söyleyeceğim” dedi ve “Bu iddianame esas olarak Türkiye tarihinin, topraklarının en onurlu toplumsal olaylarından birini karalama çabasının en güncel örneği. Bu iddianame uzun yıllar boyunca siyasi ve toplumsal hayatı, ceza yargılamasını basit bir aracı haline getiren bir örnektir, yamalı bir yalan bohçadır” ifadelerini kullandı.

“İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın anayasal düzenden ne anladığını anlamadık” diyen Atalay, savcılığın anayasal düzenden yalnızca Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 8. Maddesi’ni anladığını dile getirdi. (Madde 8 Yürütme yetkisi ve görevi: Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.)

“Savcılığın yeniden kıymetlendirme hakkı yoktur”

Can Atalay savunmasına şu sözler ile devam etti:

“İddianame, anayasal düzenin diğer unsurlarıyla ilgilenmediği gibi hükümetin yükümlülükleriyle de ilgilenmemiş ve hiçbir şey dememiştir. Anayasal düzenden bahsederken 25. maddeyi, 28. maddeyi 33. maddeyi konuşmayacak mıyız? (25. madde: Düşünce, vicdan ve kanaat hürriyeti, 28. madde: Basın hürriyeti, 33. madde: Dernek kurma hürriyeti.)

Anayasal düzenden bahsederken herkesin izin almaksızın gösteri düzenlemekten, konut hakkından, sağlıklı çevre hakkından, sosyal güvenlik hakkından bahsetmeyecek miyiz?

İddianamedeki tez o kadar zayıf ki… 312. maddeden ceza isterken iki tartışmayı yapmalıydı. İlk olarak Taksim Dayanışması açısından TMK 7/2 (“örgüt propagandası” suçu) unsurlarını konuşmalıydı.

Bu maddede ‘terör örgütünün cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini övmesi ve iyi göstermesi’ deniyor. Taksim Dayanışması’nın açıklamalarında TMK 7/2 unsurları oluşmuş diyebilir misiniz? Diyemezsiniz.

İkincisi 2911’den (Toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunu) suçun unsurları oluşmuş mu diye bakmalıydı. Çünkü Taksim’de yapılmak istenen inşaat kaçak. Bunun hukuka uygun değeri yok mudur? Savcı tartışmayacak mı bunu?

Savcılık ağırlaştırılmış müebbetle yargıladığı insanlara yanlış bilgi veremez. ‘Delilleri yeniden kıymetlendirdik’ diyor savcı. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yeniden kıymetlendirme ile ilgili tek bir hüküm yoktur. Savcılığın yeniden kıymetlendirme hakkı yoktur. Yeniden kıymetlendirme kabul edilebilir bir usul değildir.”

Çizim: Tarık Tolunay

“Fetullahçı çetenin iki savcısının hazırladığı raporu olduğu gibi iddianamenize koydunuz”

Atalay sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu soruşturmada bir acayiplik var. Gezi öyle bir şey ki aradan 6 yıl geçmesine rağmen hiç karalanmamış bir umut. İnsanların barışma kararlılığının iradesi. Bu iradeyi karalamak için Fetullahçılarla birlikte hareket ediliyor. Fetullahçı çetenin iki savcısının hazırladığı raporu olduğu gibi iddianamenize koydunuz.

Barolar, TMMOB’ye bağlı tüm odalar ve tabii ki Mimarlar Odası ile Şehir Plancıları Odası da hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşlarıdır. Yani tıpkı 61. hükümet gibi, tıpkı dönemin İBB’si gibi anayasal düzenin olmazsa olmaz parçalarıdır.

İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda 1994’te yapılan değişiklikten bu yana ülkenin tüm varlıklarını satanlara bu davaların açılamaması için pek çok yasal düzenleme yaptılar. Neoliberalizmin ideolojik mücadelesini verip, kamusallığı tümü ile tasfiye etmeye çalıştılar.

2010 Anayasa referandumundan sonra yargının kritik tüm noktalarının tümü ile Fethullahçılara teslimi sonucunu doğuran bu plebisit sonrasında, iyi-kötü kamu yararını korumayan çalışan yargının gözümüzün önünde aşama aşama çözüldüğüne şahit olduk.

Savcılık makamı Gezi’yi karalamak için fon kullanımını şeytanlaştırıyor. Fon kullanımı suç değil. Tek bir kör kuruşun Taksim Dayanışması’nın cebine girdiğinin kanıtı yok. Gezi’nin böyle kirletilmesine bizim karnımız tok.”

“Devlet yönetimine katılmanın tek biçimi sandık mı?”

“Türkiye’nin kamu kaynakları bir insanın evladının hırsı yüzünden yıkıma terk ediliyor” diyen Atalay şunları kaydetti:

“AKM’ye sahip çıkışımız suçlanabilir mi? Gezi direnişinde içeri girenlerin fotoğraflarıyla AKM’nin nasıl yıkıma terk edildiğini gördük.

Demokrasi denilen şey sadece sandık olabilir mi? Demokrasi sandığa sıkıştırılabilir mi? Devlet yönetimine katılmanın tek biçimi sandık mı? Dava açarak, itiraz ederek demokrasi yönetimine katılmaya çalışıyoruz. Demokrasi tüm kurum ve kuruluşlarıyla bir bütündür. Sandığa indirgenemez ve bölünemez.

Ekolojik kriz ve ekolojik kriz cenderesindeki kentlerimizin durumu ciddidir. Bunu dile getirmenin, buna karşı mücadele etmenin suç olarak nitelenmesi kabul edilemez.

Taksim, İstanbul’un ötesinde Türkiye’nin meydanıdır. İnsanlar sevinçlerini, coşkularını, hüzünlerini Türkiye’nin meydanında yaşamak isterler. Bu nedenle son 50 yılda Taksim Meydanı önemli bir mekân olmuştur. Dünyanın her yerinde mekan önemlidir. Muhalefetin itiraz seslerini kent merkezinden sürme çabasında AKP yalnız değil. Olmuş ve olan tüm neoliberal liderler muhalefeti kent merkezinden sürmek istiyor.”

“31 mayıs günü Gezi’ye yapılan polis saldırısında ölü çıkmaması büyük bir tesadüftür”

Can Atalay Gezi’nin ilk günlerinde yaşananları ise şu sözler ile anlattı:

“İstanbul çok pahalı bir kent olmasına rağmen gezide çay kahve hâlâ ucuzdur. Çok fazla para harcamadan kent hayatına katılabilirsiniz. Tam da bu noktada halk “No Pasarán” diyerek ağaçların kesilmesine karşı durmuştur. 31 Mayıs günü Gezi’ye yapılan polis saldırısında ölü çıkmaması büyük bir tesadüftür. O saldırıdan sonra herkes kendi itirazıyla Gezi’ye geldi. Türkiye tarihinde bu kadar farklı kesimden insanların el ele, göz göze mücadele ettiği bir dayanışma daha yoktur. Yurttaşlar olarak kendi kaderimiz üzerinde söz söylenmesine itirazın yeri oldu Gezi.

Bu kadar büyük bir direnişin ‘kandırılış’ olarak nitelenmesi şaşkınlıkların en büyüğüdür. Türkiye ekonomisinin yükünü taşıyan milyonlardır Gezi’de sokaklara akan. Gezi direnişinin benzerleri dünyada da yaşandı. Örneğin Londra’da 1 Mart 2003’te savaş karşıtı eylemler, ABD’de ‘Occupy’ eylemlerinde insanların yeter artık demesi, Vietnam Savaşı’na karşı direniş… Kimsenin aklına o direnişlere katılanlara dava açmak gelmedi. Arap Baharı meselesi de var. AKP bu işlerin destekçisi değil miydi? Mısır’da ve Tunus’ta iktidara gelen siyasal İslamcıları ayakta alkışlayan AKP değil miydi?

Seçilmiş olmak hiçbir hükümete Anayasa’ya aykırı davranmayı hak görmez. Kent meselelerinde muhatap belediye başkanlarıyken, hükümet kendisini doğrudan muhatap haline getirdi. Hukuk, konserve açacağı değildir.”

” ‘Hükümet istifa’ sloganı bir yurttaşa anasının ak sütü gibi helaldir”

Can Atalay’ın savunmasının öne çıkan kısımları şöyle:

” ‘Hükümet istifa’ demek suç değildir. Taksim Dayanışması’nın talepleri nettir. Bu talepler arasında hükümetin istifa etmesine dair bir talebi yoktur. Ama ‘hükümet istifa’ sloganı bir yurttaşa anasının ak sütü gibi helaldir. Anayasal düzeni tahrip eden bir suç değildir.

İddianamede ‘sanıklar anayasal düzene şirk koşmaktadır’ deniyor. ‘Şirk koşmak’ ceza hukuku ya da anayasal hukuk kavramı değildir, dini bir tanımdır.

Gezi, hiç tartışmasız Cumhuriyet tarihinin ve muhtemelen bu toprakların en önemli toplumsal olayıdır. Milyonların meydanlarda anayasal demokratik haklarını kullanmasıyla ortaya çıkan koskoca bir toplumsal olgudur. Gezi, Türkiye’de biriken gerilim sonucu bir fayın kırılmasıdır. Toplumsal bir fay kırıldığında dayanışmaya koşanlara ağırlaştırılmış müebbet mi vereceksiniz?

Gezi direnişini Taksim Dayanışması’na sıkıştırmak mümkün mü? Değil! Taksim Dayanışması hiçbir şiddet çağrısı yapmadan tercümanlık vazifesi yaptı. Fakat milyonlarca insanın sokağa çıktığı hali Taksim Dayanışması’na sıkıştıramayız, Taksim Dayanışması’nın gerçekliği bu değil.

29 Mayıs’ta yürütmenin durdurulması için dilekçe verdim. ‘Bakın bu iş başka iş oluyor’ dedik ama hâkim karar vermedi. Uzun süre karar vermedi. 15’inde parktan çıkartıldık. 18’inde salı günü Ulusal Yargı Ağı’na giriyorum ve orada bir görüşme tutanağı görüyorum. Başkan ve üyeler, iptal yazıyor. Bütün arkadaşlarıma diyorum ki ‘görüşme tutanağını gördüm iptal yazıyor. Ama benim önerim gerekçeyi görmeden açıklama yapmayalım. Birincisi hâkime ayıp olur. İki gerekçesini görmedik, o nedenle iptalin niteliğini bilemeyiz.’ İdari yargıda gerekçesiz karar hiçbir şey ifade etmez. Üçüncüsü biz gerekçe yazılmadan bunu açıkladığımız için heyete baskı kurabilirler ve gerekçe değişebilir. Sonra uzun bir ara geçti. 3 Temmuz’da Zaman Gazetesi muhabiri aradı. Başka bir kararda bu davanın bilgisini gördü. Bence o kararı kendisi de gördü. Tabi ki Fethullahçı, tabii ki suç ortağı, o dönemki iktidarla kader birliği içinde. Ben de asker arkadaşımla konuşuyormuş gibi olabildiğince açıklamaya çalışıyorum. 4 Temmuz’dan sonra Zaman Gazetesi’ne bakın, şahsım kaç defa hedef gösterilmiş. Ama savcılık bir suç ortaklığı var gibi anlatmaya çalışıyor ama mümkün değil. 3 Temmuz’daki bu konuşmanın ardından, yalvardım vermediler kararı, 3’ü akşamı meydana gidip kararı açıkladık. Ferahladı mı? Biraz ferahladı.

Çizim: Murat Başol

“Gezi direnişi, emperyalizmin parçası olamayacağı gibi, Fetullahçıların temsil ettiği karanlığın da tam karşısındadır”

Ama iddianame AKP-Fethullahçı suç ortaklığının bugünkü ifadesidir ki, 15 Temmuz’da kamuflajıyla tanktan çıkan Mithat’ın hakkını savunuyor. Savcı, Fethullahçılara inanarak karara kağıt parçası diyor. Tankçı Mithat’a inanıyor, hâkim kararına kağıt parçası diyor. 6 Temmuz’da o kadar panikliyorlar ki 8 Temmuz’da Taksim Dayanışması üyeleri panikle gözaltına alınıyor. Ben Ocak 2014’ten beri bizim hakkımızda gözaltı kararı çıkarma planları olduğunu biliyorum. 16 Temmuz’da İBB’nin kararın durdurulduğuna dair bize tebliğ yok dediği yazısı var. Kadir Topbaş neden görevden alınmadı bilmem ama Fethullahçılarla da emperyalistlerle de iş tutanlar bellidir ve bizimle bunun bir alakası yoktur. Gezi direnişi, emperyalizmin parçası olamayacağı gibi, Fethullahçıların temsil ettiği karanlığın da tam karşısındadır.

Akif Beki isimli gazeteci kılığındaki iş takipçisinin, utanmazın ismini neden iddianameden çıkartıyorsunuz? Her gün CNN Türk’de şahsıma ve Taksim Dayanışması’na hakaret etti. KCK’dan, Ergenekon’dan biliriz. Fethullahçı alçaklar TV ve basından hönkürür ardından operasyon başlar. Neden Akif Beki’nin ismini mahlaslıyor, çıkartıyorsunuz da onunla ilgili yazılan sözlere yer veriyorsunuz? Garaj İstanbul toplantısıyla ilgili kim neyin toplantısını yaptığını bilmiyoruz. O dönem herkes Geziyle ilgili bir şeyler yapıyordu.

Yiğit Aksakoğlu’nun fotoğrafını görmeden kim olduğunu hatırlamadık mesela. Ben Kavala’yı tanırım. Herkes gibi basından tanırım. Konuşmamızda bir tek para pul meselesi yok ki mahkeme kararıyla dinlenmiş bir sürü telefon görüşmesi var.

Alman Konsolosluğu ile konuşma meselesi… Bu iki metreden çekilen fotoğrafı hatırlıyorum. Bokunu çıkardınız, dedim. Mahkeme kararını veriyorum orada. Neden Türkiye’nin en önemli toplumsal meselesiyle ilgili bilgi alma ihtiyacı olarak görmüyoruz? Alman Konsolosluğu Gümüşsuyu’nda. Fransız Konsolosluğu duvarından dolmuş kalkan bir ülkede yaşıyoruz. Ha ama size diyeyim, o gün Mücella Yapıcı gözaltında, Taksim Hill’de TMMOB, TTB basın toplantısı yapacak. Ben başıma gelenleri biliyorum çünkü peşimizde kuyrukla geziyoruz. Randevuyu Taksim Hill’e verdim. Neden tüm görüşmeler Gezi Cafesi’nde ya da Taksim Hill’de bu kadar polisin olduğu yerde?

“Murat Pabuç’un dilinin çamurunu bize sıçratmaya hakkı yoktur”

Murat Pabuç meselesi… Murat Pabuç’un nasıl ifadesi alınmış bunu soruyor mu savcı? Murat Pabuç’un dilinin çamurunu bize sıçratmaya hakkı yoktur! Murat Pabuç ya da mensubu olduğu parti kendi rezilliğini kendi kapatsın ama savcılık bunu alıyorsa bu ifadenin hukukiliğini tartışsın.

Hanzade Germiyanoğlu ile ilgili de dediğim gibi fon kullanmak suç değil. Fakat biz fon kullanarak çalışmıyoruz. Taksim Dayanışması’nın bir tek kuruş yabancı para kullandığına ilişkin tek ima yok. Kişisel olarak kursağımızdan tek kör kuruş geçmedi. Ki mimarlar odasının da genel kurul ilanı var. Ama şu itirazı da söylemek istiyorum. Bu şahıs, Gezi sürerken, Ethem, Berkin, Ali daha hastanedeyken Ahmet daha sağken Gezi vesilesiyle para kazanmaya niyetlenmiştir, bizimle de ahlaken de uzak yakın ilgisi yoktur. Bizimle alakası olamayacak meselelerle ilgili bu kadar açık kuvvetli konuşması ceza yargılaması açısından bana biraz manidar geliyor…

Ben 2013 Haziranı itibariyle Mısır’da şeriatçı Mursi ile darbeci Sisi arasında tercih yapmak zorunda mıyım? Mısır’da da Tunus’ta da ne şeriatçılardan ne darbecilerden yana değiliz. Biz üçüncü tarafız, demokrasiden, eşitlikten tarafız.

Gezi direnişi anti faşisttir, polis şiddetine geçit yok, no pasaran demektir. Gezi emperyalizme karşıdır. Hiçbir yabancı oyunu ile ‘komplo’ ile izah edilemez. Bu başından beri geziyi anlamama-anlayamama-anlamazlıktan gelme halinin devamıdır.

“1960’da 6. Filoyu kıble alıp namaz kılanlar bize antiemperyalizmi anlatamaz”

Bu memleketin ağacına, ormanlarına sahip çıkmak, tarım topraklarının tarumar edilmesine itiraz etmek, akan suyunun bütün ekosistemi bozar şekilde talan edilmesini kabul etmemek, işçisinin ölüm koşulunda çalıştırılmasına karşı direnmek, çocuğunun eğitim hakkından mahrum edilmesi sonucunda kaçak cemaat yurtlarında öldürülmesinin peşini bırakmamak esas yurtseverlik budur. Emperyalizm dahi diyemeyip kırk dereden su getirenler geziyi karalayamaz. 1960’da 6. filoyu kıble alıp namaz kılanlar bize antiemperyalizmi anlatamaz.

İddianamede Berkin Elvan’ın cenazesinde bulunmamla ilgili bölümler var. Ama bir çocuğun öldürülmesinin sorumluları bu kadar ayan beyan ortadayken hâlâ kimsenin tek bir gün ceza almamış olmasından bahsedilmiyor. İddianamede 1 Haziran’la ilgili uzun anlatımlar var ancak Ethem Sarısülük’ten bahsedilmiyor. Bin dereden su getiriliyor ama 3 Haziran’da Türkiye’nin iki ucunda yaşamını yitiren Mehmet Ayvalıtaş ve Abdullah Cömert unutturulmak isteniyor. İddianame ‘şirk koşmak’ diyor ancak çocuğunun acısıyla gözümüzün önünde günden güne ölen Fadime Ayvalıtaş’ı hiç görmüyor.

“Ali İsmail’i düşlerimizden çıkarmaya çalışıyor ama Mevlüt Saldoğan isimli katili Gezi Davası’nın zarar göreni, müştekisi olarak yutturmaya çabalıyor”

İddianame 28 Haziran tarihli basın açıklamasından söz ediyor ancak yıllar sonra Fırat’ın öte yakasındaki bir acıyı yüz binlerce insanın sokakta sahiplenerek andığı Medeni Yıldırım’dan söz etmiyor. İddianame 10 Eylül diyor ancak Ahmet Atakan’ın katili ile ilgili henüz dava açılmadığından bahis yok. İddianame Eskişehir’de bir ara sokakta dövesiye öldürülen Ali İsmail’i düşlerimizden çıkarmaya çalışıyor ama Mevlüt Saldoğan isimli katili Gezi Davası’nın zarar göreni, müştekisi olarak yutturmaya çabalıyor. İddianamede Kadıköy’de akla ziyan gaz kullanımı ile öldürülen Elif Çermikli ablamızdan söz edilmiyor.

Parktaki pankartta yazdığı gibi, mahalleme, meydanıma, ağacıma, suyuma, toprağıma, evime, tohumuma, ormanıma, köyüme, kentime, bedenime dokunma. Ben sıradan bir vatandaş olarak, emeği ile geçinen bir yurttaş olarak kendi kaderime karar vermek istiyorum. Haklardan bahsetmeden kurallardan bahseden hukuk düzenine itiraz ediyorum. Türkiye’de hangi dili konuşuyor konuşsunlar, hangi inancı yaşıyor olsalar da, hangi görüşten olsalar da bu kadar kardeşleştiği başka bir pratik yaşamadık. Gezi, insanin kendi kaderini eline alma iradesi, kararlılığıdır. Gezi bu memleketin eşitlik, özgürlük ve adalet umududur.”

Tayfun Kahraman: Bu iddianame hukuk gözetilmeden hazırlanmıştır

Can Atalay’ın savunmasının sonrasında tutuksuz bir şekilde yargılanan Tayfun Kahraman savunması için söz aldı. İddianamenin hukuk gözetilmeden hazırlandığını ifade eden Kahraman, “Bir meslek odası yöneticisi olarak kent suçlarına karşı mücadele ederken ve kente sahip çıkarken yargılanmamın başka açıklaması yoktur” dedi.

Tayfun Kahraman savunmasına şu sözler ile devam etti:

“İddianamede bana yöneltilen suçlamalardan biri olan ‘Kültür Varlıkları Kanunu’na muhalefet’ suçunu en iyi bilenlerden biriyim, çünkü bir dönem Kültür Bakanlığı’nda uzman olarak görev yaptım. Ancak Gezi sürecinde Kültür Bakanlığı’yla aramıza kara kedi girdi, ayrıldım.

Gezi’de aslında bizlerin de öngöremediği bir şey oldu. Gezi, toplumun vicdanı haline geldi. 27 Mayıs’tan 31 Mayıs’a kadar gördüğümüz şiddete karşı toplum vicdanı harekete geçti. Taksim’in siyasal simge olma özelliği ile polis şiddeti de birleşince Gezi ortaya çıktı. O güne kadar bastırılmış toplum vicdanını birden bire harekete geçirmek kolay değil. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir örgüt böylesine farklı toplulukları bir araya getirecek organizasyona sahip değil. 5 ya da 6 kişi ile gerçekleştirdiğimiz bir organizasyonla 10 milyon insanı nasıl sokağa çıkaracağız? Savcılığın bizi bu kadar mahir görmesi anlaşılır değil.

“Taksim Dayanışması doğal ve gönüllü bir bileşendir. Kamuoyunda karşılık bulmasının nedenleri arasında Taksim’in kentteki konumu, mekânsal anlamı, Taksim Dayanışması’nın muhatap alınacak tek yapı olması ve polis şiddeti vardır. Bu etkenlerle Taksim Dayanışması herkesin katılabileceği, yöneticisiz, lidersiz, ortak karar alan, birleştirici bir yapıdır. Taksim Dayanışması’nın üyeleri yoktur ve bileşenlerinin temsilcilerinden oluşan çatı yapıdır. Yatay ve hiyerarşisizdir. Meslek kuruluşları ve sendikaların oluşturduğu anayasal bir yapıdır.”

Çizim: Murat Başol

“İddianamenin başarısız bir senaryodan farkı yoktur”

“Taksim Dayanışması, hukuksuz bir şekilde yapılmak istenen proje kapsamında Gezi Parkı’nın işgaline karşı kamuoyunu bilinçlendirmek için açıklamalar yapmış, imza kampanyaları ve insan zincirleri gibi eylemler düzenlemiştir. Her dil, din, ırk ve ideolojiden insanın katıldığı bir eylem hakkında iddianamede, evrensel bir sembol olan sol yumruğun uluslararası bağlantıya işaret ettiğinin iddia edilmesi kabul edilemez. İddianamenin başarısız bir senaryodan farkı yoktur. Hiçbir kurum, para ya da örgüt böyle birbirinden farklı kitleleri bir araya getiremez.

Taksim Dayanışması’nın talepleri barışçıl, makul ve kabul edilebilecek basitlikteydi. Sonradan Fethullahçı olduğunu öğrendiğimiz polisin olayları tırmandırması soruşturmak yerine, hükümet tarafından ‘kahramanlık destanı’ olarak yorumlanmıştır.

Taksim Dayanışması’nın yaptığı açıklamalar gözleri kapalı medya kuruluşları tarafından yayımlanmıyordu. İddianamede de açıklamalar yok. Bunlar kabul edilemez. Onlarca yaralı, şiddet dilinin kullanılması kamuoyunu harekete geçirmiştir. Dayanışma’nın açıklamalarında darbeye teşebbüs teşvik edilmemiştir. Demokratik taleplere ses verilmesi istenmiştir, Bu anayasal bir haktır. Bu sırada Türkiye Cumhuriyeti hükümeti hedef alınmamış, aksine yetkililerle görüşme yapmıştır.

Taksim dayanışması tarafından gezi parkında yönetimin dışına çıkılacak hiçbir şey yapılmamıştır. Polis müdahalesiyle de park tamamen boşaltılmıştır.

Bu süreçte Taksim Dayanışması bileşenleri olarak kamu malına zarar verilmesinde bir dahlimiz olmamıştır. Kimlerin gerçekleştirdiği de bulunmamıştır. Polisin müdahale etmesi Türkiye Barolar Birliği’nin o dönemde hazırladığı raporda bu provokasyon anlatılmıştır. Gezi Parkı’na sahip çıkanlar olarak belki de tek hatamız kamu gücünü kullananlara güvenmek olmuştur. Bu yöneticilerin çoğu görevden alınmış ya da FETÖ üyeliğinden mahkûm edilmiştir Gösterilerde kamu malının zarar görmesinde cebir unsuru aramak kabul edilemez. Şiddeti öven, savunan faaliyetin olmamasına rağmen, cebir kullanarak kalkışmaya teşebbüs etmek akıl dışıdır.

Gezi sırasında yaşanan her olaydan bizim sorumlu tutulmamızın akılla izah edilecek bir yanı yoktur. Gezi eylemlerini darbe teşebbüsü olarak değerlendirmek temsil grupları üzerinde hakimiyet kurmak gerektirir ki bu fiilen mümkün değildir.

“Yaşanan her olaydan bizim sorumlu tutulmamız akılla izah edilemez”

Bu süreçte hükümet, olaylar tırmanırken şiddetin sorumlularına yönelik soruşturma yürütseydi, polise sızmış FETÖ üyeleri tespit edilebilirdi. Hükümetin bizi meşru olarak tanıdığı gerçeği bile hükümeti devirmeye teşebbüsün olmadığının doğrudan kanıtıdır.

Kültür Bakanlığı’nda çalışırken Antep’te görevlendirildim ve oraya gittim. Memuriyeti kaybetmeme isteği bile hükümeti devirmeye teşebbüs suçunun boş olduğunu gösterir.

Fail olarak gösterildiğim cam kırılma olayında kim talimatı benden aldığını söylemiştir? 11 sayfalık analiz raporunda ne Taksim Dayanışma’nın ne de benim bahsim geçiyor. Hiçbir somut delile dayanmayan suçlamaları reddediyorum.

“İddianame emri ben verdim diyen siyasilerden bahsetmiyor”

İddianamede, öne sürüldüğü gibi FETÖ mensuplarının orantısız güç kullanarak olayları büyüttüğünü söylüyor ancak emri ben verdim diyen siyasilerden bahsetmiyor. Sadece kendi kendini dövdürerek hükümet devirmeye çalışanların dünyadaki tek örneği sanırım biziz.

5 ve 13 Haziran 2013’te hükümetin daveti ile gerçekleşen davetlere de katıldım. İddianamede Erdoğan’ın görüştüğü kişiler sayılıyor ancak bizim ismimiz geçmiyor. Katıldığım görüşmeler sonrasında yaptığım açıklamalar göstermektedir ki ne şahsımın ne de Taksim Dayanışması’nın hükümeti devirmeye teşebbüsü olmadığı gibi toplumun talepleri ile ilgili tercümanlık görevi vardır.

Gezi eylemleri için ‘sui generis’ (kendine özgü özelliklere sahip) benzetmesi yapan iddianameye ilişkin ‘sui generis’ olan tek şey bu iddianamenin kendisidir. İddianameyi hazırlayanlar Gezi’nin Sui generis olduğunu anlamamışlardır. Sui generis’in hukuki bir karşılığı yoktur. Demokratik hak kullanımını yargılamak isterseniz anlamsız nitelemeler yaparsınız. Örgüt suçlamasından hakkımızda takipsizlik ve beraat kararı olduğu için savcılık iddianameyi doldurmaya çalışmıştır. ODTÜ öğrencilerinin Gezi’ye destek olması, Roger Waters’ın konseri bile suç sayılmıştır.

Bu süreçte meslek odası yöneticisi kimliğimde yer aldım. Ne Gezi’de yapılacak projeye itiraz etmek, ne de dava açmak, kamuyu bilgilendirmek de suç değildir Bunların hükümeti devirmeye teşebbüs olarak suçlanmasının akılla izah edilir yanı yoktur.

Kontrol etme imkanımızın bulunmadığı sokak olaylarından sorumlu tutulmak mümkün değildir. İddianame bir komplo teorisi üzerine kuruludur. Benim gibi birçok kişiyi, olayı üst üste yığarak gayri hukuki bir yaklaşım sergilemektedir.

“Tek bir görüşmeyle irtibatlı olduğumuzu iddia etmek mantık dışıdır.”

İddianamede belirtildiği gibi Can Atalay ve Mücella Yapıcı ile irtibat halinde olduğum doğrudur. Bu mesleğim gereği normaldir. Çiğdem Mater ile de irtibatlıyım çünkü kendisiyle sosyal hayatımda da görüşürüm, arkadaşım olur. Memet Ali Alabora ile de Gezi Parkı eylemleri nedeniyle irtibat kurduk. Kendisini sinema ve dizilerden tanırım. Başka bir tanışıklığım yoktur. Osman Kavala’yı da medyadan iş insanı olarak tanırım. Kendisiyle bir kez irtibat kurmuşum.

Tek bir görüşmeyle irtibatlı olduğumuzu iddia etmek mantık dışıdır. İddianamede sıklıkla yer alan diğer etkinliğe gelmek gerekirse, sağ olsun Emniyet görevlileri bizi İzmir’e kadar takip etmiş. Karaburun Bilim Kongresi’ne katılmamız da iddianameye girmiştir. Kamuya açık bu kongrenin içeriği iddianameye yansıtılmış ve olayları Türkiye’ye yayma isteği olarak yazılmıştır. Fransız bir gazeteciyle yaptığımız röportaj da iddianameye girmiştir. Bu röportaj Gezi eylemleri sırasındaydı. Oda başkanı olmam nedeniyle sıklıkla yaptığım röportajlardan biridir.

“Gezi’de tanışan insanlar sonra kendi semtlerindeki parklarda bir araya gelmişlerdir”

Dayanışma bileşenleri içinde yer alan forumların Taksim Dayanışma tarafından yönlendirmeyle oluştuğu söylenemez. Forumlar kendiliğinden parklarda oluşan gruplardır. Bunların bir araya gelmesi talimatla olmamıştır. Gezi’de tanışan insanlar park boşaltıldıktan sonra kendi semtlerindeki parklarda bir araya gelmişlerdir. İnsanların forumlarda güncel konuları görüşmeleri suç olmadığı gibi suçu öven veya teşvik eden yanları da yoktur. İddianamede bahsettiği gibi forumların koordinasyonu ile Osman Kavala ile ne yüz yüze ne de telefonla görüştüm. Bir ilişki ağı gösterilmeye çalışılsa da somut bir delil yoktur bununla ilgili. Bu bir suçlama olmasa da katılmak mümkün değildir. Sosyal medya paylaşımlarıma geldiğimizde ise bu paylaşımlar suç niteliği taşımamaktadır. Atmış olduğum tweet’ler ifade özgürlüğü kapsamındadır.

İddianamede Foto-Film Şube Müdürlüğü tarafından Hatay’daki bir eylemde çekilen görüntülerde Ahmet İnsel ve benim olduğum söylenmiştir. Görüntülerde havai fişekler de vardır. Bizi tanıyanlar böyle bir eylem içerisine girmeyeceğimizi bilir.

İddianamenin ne kadar özensiz ve ciddiyetsiz olduğunu, Gezi parkını korumaya çalıştığımızı anlatmaya çalıştım. Bu iddianame geziyi anlatmamaktadır. Gezi antiemperyalisttir. Gezi, temsil eksikliği hissedenlerin tepkisidir. Gezi barışma, kucaklaşmadır. Geziden korkulacak bir şey yoktur.”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Son Dakika

Domuz kalbi nakledilen ikinci hasta da hayatını kaybetti

20 Eylül gününde genetiği değiştirilmiş domuz kalbi nakledilen Amerikalı Lawrence Faucette, 40 gün sonra hayatını kaybetti.

Turistik Doğu Ekspresi’nin biletleri 6 bin ila 12 bin 500 lira olarak açıklandı

Turistik Doğu Ekspresi biletleri satışa çıkarıldı. 11 Aralık gününde başlayacak olan seferlerin fiyatı bu yıl 6 ila 12 bin 500 lira olarak belirlendi

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’tan Can Atalay açıklaması: Yargı bağımsız, tarafsız en doğru kararı verecektir

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, TİP milletvekili Can Atalay’ın tutukluğuna ilişkin ‘tarafsızlık’ diyerek yorum yapmaktan kaçındı.
- R E K L A M -

İlginizi Çekebilir

Eren Düzenli, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası ile birlikte çalacak

50'nci sanat sezonunda birbirinden değerli şef, solist ve müzisyeni sahnesinde ağırlayan İzmir Devlet Senfoni Orkestrası, 15 Kasım Cuma, saat 20.00’da şef Christoph Mathias...

“Yarışı önde götürdüğüm için saldırıyorlar”

İstanbul Barosu Başkan adayı Ali Gürbüz,  sosyal medya hesabı üzerinden kendisi hakkında çıkan iddialara ilişkin açıklama yaptı. Sosyal medya...

Domuz kalbi nakledilen ikinci hasta da hayatını kaybetti

20 Eylül gününde genetiği değiştirilmiş domuz kalbi nakledilen Amerikalı Lawrence Faucette, 40 gün sonra hayatını kaybetti.

Turistik Doğu Ekspresi’nin biletleri 6 bin ila 12 bin 500 lira olarak açıklandı

Turistik Doğu Ekspresi biletleri satışa çıkarıldı. 11 Aralık gününde başlayacak olan seferlerin fiyatı bu yıl 6 ila 12 bin 500 lira olarak belirlendi
- Advertisement -spot_imgspot_img

Çok Okunanlar

Van'da korkutan deprem

Van’ın Özalp ilçesinde saat 13:03’te 5.4 büyüklüğünde deprem yaşandı. AFAD yetkilileri, meydana gelen depremin derinliğinin 7 kilometre olduğu yönünde açıklamada bulundu.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca: Uyuz vakalarında endişeye sebep olabilecek bir artış yok

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca uyuz vakalarına yönelik olarak yaptığı değerlendirmesinde, “Vakalarda endişeye sebep olabilecek bir artış yok. Kısmi bir artış tespit ettik” açıklamasında bulundu.
- Advertisement -spot_imgspot_img

Bunlar da ilginizi çekebilir
Sizin için seçtiklerimiz