Doğruya doğru, ben de O Ses Türkiye programını beğenerek takip edenlerden biriyim, hem de ilk sezonundan beri. Hem yarışmacılar, hem orkestra, hem jüri, hem sunucu, hem arka plan hazırlığı, hem de görüntü-kurgu işleri her zaman iyiydi, benzerlerinden birkaç gömlek üstündü. Jüride yaptığı kimi değişikliklerin soru işareti yarattığı yıllarda bile sonradan yakıştığı ortaya çıktı, bu bile Acun Ilıcalı’nın televizyoncu aklını gösterir zaten…
Bu yıl da, değişmez yol arkadaşları olan Hadise ve Murat Boz’un yanına iki yeni isim getirdi jüriye: Beyaz ve Seda Sayan…
Beyaz, hazır programına ara vermişken, bu yıl boş geçeceğine eğleneyim bari diye katıldı herhalde diyenleri haksız çıkarırcasına, sıkı şakalar ve içten konuşmalarla yıldızını parlatırken, her geçen gün Acun’a ve TV8’e daha fazla ısınarak orada kalıcı olabileceğini gösteriyor, velhasıl baharda orada bir şov programıyla çıkarsa karşımıza hiç şaşırmayalım, kaldı ki ipuçlarını verdi, bir de Ilıcalı’nın elinde imkan bol, ne istersen yaparsın…
Seda Sayan ise, programı bitmiş, şarkıcılık işleri rayına oturmuş, madem boştayız patlatalım da seneye hem ekranda hem piyasada yürürüz diye düşünmüş olmalı, ama maalesef onun şakaları filan yok, işte birkaç yalvarma, birkaç sataşma, birkaç da ekrandan kalma ben sizdenim tarzı çıkışmayla işi yürütmeye başladı, hepsi bu, yarışmayı götürür, sonra da yol alır…
Hadise ve Murat Boz, her zamanki gibiler, sadece Hadise’de geçen yıl şampiyon olmuş olmanın getirdiği rahatlık, Boz’da ise artık ben de bir şampiyonluk tadayım diye ağırlığını olanca acısıyla hissettiği bir gerginlik var, ki bunlar da iyi duruyor onlarda…
İşin yarışmacı kısmı bu yıl çok parlak mı emin değilim, zaten en sıkı olanları da Murat Boz kaptı, rap denilen tür pek yok, türkü filan ender çıkıyor, yani türler konusuna yeniden bakmak lazım, üstad Tarık Sezer ve hepsi onun yanında birer yamak olan çalgıcılar çok iyi çalıyorlar, ama ne yazık ki tür fakirliği onları da sıkıyor belli ki, acilen çözüm bulunmalı…
Bu arada Türk gençliğinin son dönemdeki saç-sakal ortaklığı ne kadar çok insanı vurmuş, hani nerdeyse bir moda değil de emirle yapılan bir stil gibi algılıyor insan, geçen gün saydım, bir programda aynı uzunlukta saç-sakala sahip yedi kişi çıktı, öyle ki hepsini birbirine karıştırmak işten değil…
Acun Ilıcalı’nın zaman zaman yokluğunu geçici sunuculukla jüri üyelerine kapattıran yoğunluğuna rağmen, en küçükten en yaşlıya herkesle kolayca iletişim kurabilme becerisi, yarışmacılarla ve özellikle yakınlarıyla sohbet olanağı doğuruyor ki, bu da programın akışını renklendiriyor, sadece daha çok hazırlık olmalı, önceden hepsi hakkında notlar almalı ve verimli olabilecek olanlara yönelmeli, bazıları zorlama oluyor çünkü, oysa eminim daha neşeli ya da hüzünlü nice tipler vardır kuliste…
İsmindeki seslenişi hatırlayarak, yeniden ve yeniden söylemek lazım ki, bu topraklardaki her ses bizim, bir türkününki de, bir şarkınınki de, bir rap parçacının da, bir arabesk söyleyişin de, hepsi bizim sesimiz, hepsi bizim güzelliğimiz…